SON PAYLAŞILANLAR

Site içi arama

BULUNAN SONUÇLAR...

14 Haziran 2014 Cumartesi

0 CBS'nin Temel Fonksiyonları

Herhangi bir CBS'de bulunan temel fonksiyonlar altı başlık altında incelenebilir:

1. Veri işlemleri
2. Sorgulamalar
3. Mekansal analizler
4. Senaryo analizleri
5. Sunumlar

1. Veri İşlemleri

Bu fonksiyon verinin toplanması, depolanması, güncellenmesi ve CBS'de üretilmesi ile ilgili tüm işlemleri içerir. Veri ile ilgili işlemlerin başında veri entegrasyonu gelir. Grafik veriler (bilgisayar destekli tasarım çizimleri, elde yapılmış çizimler, haritalar,vb.), çizelgesel veriler (VTYS'nde oluşturulmuş veriler, çizelge halinde oluşturulmuş listeler, vb) ve görüntü verileri (hava fotoğrafı, uydu görüntüsü vb.) eşzamanlı olarak sistemde farklı amaçlar için kullanılabilmektedir. Diğer önemli bir veri işlemi ise verinin güncellenmesi, başka ortamlara aktarılması ve başka ortamlardan CBS'ye veri eklemesinin yapılmasıdır. Ayrıca CBS bünyesinde verileri kullanarak çeşitli analizler yardımı ile veri üretimi de yapılmaktadır. Tüm bu işlemler sayısal ortamda yapıldığından, veri ile ilgili işlemler hızla gerçekleştirilebilmektedir.

2. Sorgulamalar

Sorgulamalar mekansal ve mekansal olmayanlar olarak iki grupta incelenebilir. Mekansal olmayan sorgulamalar var olan ilişkisel VTYS içinde öznitelik verileri ile ilgili sorgulamaları kapsar. Mekansal sorgulamalar ise grafik veriler ve hem grafik hem de öznitelik verileri için aynı anda yapılan sorgulamaları içerir. Dolayısı ile grafik veriden öznitelik verisine ya da öznitelik verisinden grafik verisine hızlı bir geçiş söz konusudur. Söz gelimi CBS'nin mekansal sorgulama özelliği ile haritadaki coğrafi objeler (nokta, çizgi ya da alan) imleç yolu ile seçilerek öznitelik bilgileri görüntülenebilir.

3. Mekansal Analizler

CBS'de mekansal ve mekansal olmayan analizler yapmak mümkün olsa da sistemin en güçlü yanı mekansal analiz yapma özelliğidir. Mekansal analizin en önemli özelliği CBS'de var olan verilerden yararlanarak yeni veriler üretmektir. Mekansal analizler tek bir katman kullanılarak yapılabileceği gibi iki ya da daha çok katman kullanılarak da elde edilebilir. Başlıca mekansal analizler şunlardır:
- Temel mekansal analizler
- Ağ analizleri
- Geometrik ve istatistiksel işlemler
- Sayısal arazi/yükseklik modelleri (SAM/SYM)

3.1. Temel mekansal analizler

Temel mekansal analizler içinde tek bir katman kullanılarak yapılan analizlerden en sık kullanılanları sınır kaldırma, yakınlık analizleri ve interpolasyon teknikleridir. Sınır kaldırma işlemi herhangi bir katmandaki alanların ortak öznitelik özelliklerine göre birleştirilerek yeni bir katman oluşturulmasına denir (Şekil 1). Yakınlık analizleri herhangi bir coğrafi objenin başka bir objeye uzaklığının analizi ile oluşturulur. En yaygın yakınlık analizlerinden biri tampon analizidir.

Seçilmiş bir coğrafi objenin etrafına (nokta, çizgi ya da alan) verilen mesafede tanımlanmış bir tampon alan oluşturulmasından ibarettir (Şekil 2). Interpolasyon ile herhangi bir katmanda bilinmeyen noktaların öznitelik değerleri, komşuluklarındaki bilinen noktaların öznitelik değerleri kullanılarak bulunur. Interpolasyon polinom yöntemleri kullanılarak yapılabileceği gibi, Kriging gibi jeoistatistiksel yöntemler kullanılarak da yapılabilir. Şekil 3'te interpolasyonun temel prensibi gösterilmiştir.


Şekil 1. CBS'de sınır kaldırma işlemi


Şekil 2. CBS'de çeşitli coğrafi objeler için tampon analizi


Şekil 3. Interpolasyonun temel prensibi

İki ya da daha çok katman kullanılarak yapılan temel mekansal analizler arasında en yaygınları, "ekleme", "ayırma", "keşişim" ve "birleşim" analizleridir. Ekleme analizi birbiri ile ilintili iki katmanın birleştirilerek tek bir katman haline dönüştürülmesine denir (Şekil 4). Bir çalışma alanının jeolojik haritasını elde etmek için, alana ait jeolojik paftaların birleştirilmesi işlemi ekleme analizine bir örnektir.


Şekil 4. CBS'de ekleme işlemi

Ayırma işlemi ise belli bir katmanın bir parçasının başka bir katman referans alınarak kesilip çıkarılmasıdır. Söz gelimi maden yollarının hangi jeolojik formasyonlardan geçtiğini görmek için jeolojik formasyon haritasından, yollar haritası ayrılarak yeni bir katman elde edilebilir (Şekil 5).


Şekil 5. CBS'de ayırma analizi

Kesişim işlemi iki ayrı katmandaki ortak jeolojik obje ve bunlara ait öznitelik bilgilerinin belirlenerek yeni bir katmana aktarılmasına denir. Matematiksel olarak iki kümenin kesişim kümesini ayrı bir katman olarak ifade etme işlemidir (Şekil 6). Sözgelimi, uygun yer seçimi gibi analizlerde belli bir eğimin altındaki belli bir formasyon seçilmek isteniyorsa, eğim ve jeoloji katmanları kesiştirilerek uygun alanlar belirlenebilir.


Şekil 6. CBS'de kesişim işlemi

İki katmanın tüm özelliklerinin birleştirilerek yeni bir katman elde edilmesi işlemi birleşim analizidir. Matematikteki birleşim işleminin karşılığıdır (Şekil 7). İki ya da daha fazla katman ile yapılan tüm mekansal analizlerde grafik veri için uygulanan işlemlerin aynısı grafik verinin ilişkili olduğu öznitelik verilerinin bulunduğu çizelgelerde de uygulandığından oluşan yeni katman istenen tüm öznitelik verilerini de bünyesinde bulundurmaktadır. Bu nedenle bileşim işleminde iki katmanın çizelgesel verileri de birleştirilip yeni bir çizelge olarak oluşturulan katmana iletilir.


Şekil 7. CBS'de birleşim işlemi

3.2. Ağ analizleri

Ağ analizleri, birbirine bağlı çizgisel coğrafi objelerin oluşturduğu şebekelerden karar verme sürecini destekleyecek analizlerin yapılmasını içerir. Ağların oluşması için çizgilerin düğüm noktaları ile birleştirilmesi gerekmektedir. Ağ analizleri çoğunlukla en uygun güzergah seçimi için kullanılır. En uygun güzergah seçimi iki nokta arasında olabilecek en uygun birleşme yolunun belirlenmesidir. Bu yol en kısa mesafeli yol olabileceği gibi, başlangıç noktasından bitiş noktasına gidişte aranan niteliklere ve var olan kısıtlara bağlı olarak en kısa süre, en uygun eğim de olabilir. Söz gelimi haritada en kısa mesafe kuş uçuşu mesafe olarak belirlenebilir ancak şehir içinde bir yerden bir yere ulaşımda trafik yoğunluğu ve yol kısıtları nedeni ile en uygun güzergah kuş uçuşu güzergahtan her zaman daha farklıdır.

3.3. Geometrik ve istatistiksel işlemler

Geometrik işlemler koordinat belirlemesi ve uzunluk, açı ve alan ölçmeden oluşmaktadır. CBS'de herhangi bir noktanın koordinatı sisteme eklenebileceği gibi, sistemde var olan katmanlardaki noktaların koordinatları da otomatik olarak bulunabilmektedir. Benzer şekilde uzunluk, açı ve alan ölçme işlemleri de CBS'de otomatik olarak yapılabilmektedir. Ayrıca haritacılıkta özel amaçlar için geliştirilmiş teğet nokta, poligon vb hesapların yapılabildiği fonksiyonlar da mevcuttur (Yomralıoğlu, 2000).

İstatistiksel işlemler ise CBS'nin veritabanında bulunan öznitelik verileri ile ilgili tanımlayıcı istatistik analizleri içermektedir. Tanımlayıcı istatistik değişkenleri arasında ortalama, standart sapma, varyans, dağılım parametreleri gibi özellikler yer almaktadır.

3.4. Sayısal arazi/yükseklik modelleri (SAM/SYM)

Sayısal yükseklik modelleri, topoğrafik haritalardaki eş yükselti eğrileri kullanılarak oluşturulur. Ancak yükseltinin yanında haritada eğriler ile gösterilmiş başka değişkenler için de sayısal modeller oluşturmak mümkündür. SYM eş yükselti eğrilerinden 3 boyutlu arazi modeli üretme yoludur. Şekil 8'de eşyükselti eğrilerinden elde edilmiş bir SYM görülmektedir. SYM oluşturulduktan sonra eğim ve baki haritaları oluşturmak, araziyi 3 boyutlu olarak modellemek, kesit çıkarmak, görünebilirlik analizleri ve hacim hesapları yapmak da mümkündür. SYM elde etmenin matematiksel parça ve şekil yöntemleri olmak üzere iki yolu vardır (Yomraloğlu, 2000). Matematiksel parça yöntemleri, katı yüzey şekillerini matematiksel fonksiyonlarla temsil etme prensibine dayanır. Dolayısı ile değişik interpolasyon metotları analizlerde kullanılır. Şekil yöntemlerinde ise eşyükselti eğrilerindeki nokta ve çizgiler kullanılarak SYM elde edilir. Sıkça kullanılan SYM yöntemlerinden biri de Üçgenlenmiş Düzensiz Ağ (UDA) yöntemidir. Bu modeller TIN (triangulated irregular network) modelleri olarak da bilinir. UDA ve diğer SYM elde etme tekniklerinin ayrıntıları Yomralıoğlu (2000)'de açıklanmıştır. SYM ayrıca uydu görüntüleri ve hava fotoğrafları yardımı ile de elde edilebilmektedir.


Şekil 8. CBS'de sayısal yükseklik modeli

3.4. Senaryo Analizleri

CBS yukarıda da sözü edilen konumsal analiz fonksiyonlarının çokluğu ve veri yapısı nedeni ile farklı senaryoların tasarlanıp analiz edilmesine olanak sağlamaktadır. Bu niteliğinden dolayı CBS mekansal karar destek sistemlerinin vazgeçilmez elemanlarındandır. Senaryo analizleri özellikle doğal afet, çevre etki değerlendirmesi ya da sistemin zamana bağlı olarak değişiminin gözlenmesi gibi uygulamalarda oldukça etkili bir yöntemdir.

6.3.5. Sunumlar


Mekansal analiz işlemleri sonucunda ya da senaryo analizleri sonrasında elde edilenlerin sunumu için CBS çok alternatifli bir yapıya sahiptir. Tüm analizlerin bilgisayar ortamında yapılması sonuçların ekranda gösterilmesini sağlarken yazıcılar yolu ile çıktılar alınarak kullanıcıya sunulmasına da olanak sağlamıştır. Ayrıca CBS'nin internet ortamında kullanımı için son yıllarda geliştirilen Web-tabanlı CBS'ler yolu ile de tüm analiz sonuçları ve veriler internet yolu ile ilgili kişilere sunulup paylaşılabilmektedir.

Kaynak: Düzgün, H., Ş., Madencilikte Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Yardımcı Teknolojiler, El Kitabı.

13 Haziran 2014 Cuma

0 CBS'de Veri Saklama Yöntemleri

Öznitelik verileri bir veritabanı yönetim sistemi (VTYS) ile yönetilmektedir. Söz konusu VTYS ilişkisel bir veritabanıdır. Bu tür veritabanlarında tüm verileri tek bir çizelgede toplamak yerine veriler gruplar halinde farklı çizelgeler olarak saklanır ve her birbiri ile bir anahtar alan kodu ile ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle veritabanında yapılacak sorgulamalar daha etkin ve ekonomik hale gelmektedir.

CBS'de grafik veriler temel olarak üç çeşittir: Noktalar (ağaçlar, volkan konileri, suç mahalleri, vb.), çizgiler (yollar, nehirler, telefon hatları vb.) ve alanlar (parseller, Jeolojik birimler, vb.). Bunları CBS ortamında saklamanın ise iki yolu vardır. Grafik veriler ya vektörel olarak ya da hücresel (grid yada raster da olarak adlandırılır) olarak saklanır. CBS yazılımları da grafik veriyi saklama özelliklerine göre "vektörel/hücresel CBS" olarak adlandırılırlar.

Vektörel veri saklama şeklinde katmanlarda yer alan grafik yapılar (noktalar, çizgiler, alanlar) vektör objeler olarak algılanır ve bu grafik yapılar koordinat (x,y) değerleriyle kodlanarak depolanırlar. Noktalar tek bir koordinat çifti ile ifade edilirken, çizgi ve alanlar birbirini izleyen bir dizi koordinat çifti [(x1,y1), (x2,y2),..., (xn,yn)] ile gösterilir. Koordinat dizisinde başlangıç ve bitiş koordinatının aynı olması alana ait bir koordinat dizisi olduğunu ifade eder. Vektör tabanlı CBS'ler grafik objelerin konumlarının önemli olduğu uygulamalarda oldukça etkilidirler. Ancak jeolojik formasyonlar, kaya ve toprak özellikleri, arazi kullanımındaki değişiklikler, gibi sürekliliği olan katmanlarla ilgili uygulamalarda daha verimsizdirler.

Hücresel veri saklama yönteminde ise katmanlardaki grafik objeler düzenli oluşturulmuş hücrelere ya da karelere aktarılır. Bu veri modeli genellikle kaya ve toprak özellikleri gibi incelenen alanda süreklilik niteliği olan katmanların gösterilmesinde daha etkilidir. Hücrelerin herbirine piksel adı da verilmektedir. CBS'nin önemli girdilerinden oluşan uzaktan algılama (UA) yöntemi ile elde edilmiş hava fotoğrafları, uydu görüntüleri bu veri modeli ile ifade edilmektedir. Çoğunlukla etkin bir CBS kullanımında hem vektör hem de hücresel veri modelini içeren katmanlar olduğundan günümüz CBS yazılımlarının çoğu her iki veri modelini de aynı anda kullanabilme özelliğine sahiptir. Bu kullanım şekline melez veri modeli de denilmektedir.


Kaynak: Düzgün, H., Ş., Madencilikte Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Yardımcı Teknolojiler, El Kitabı.

12 Haziran 2014 Perşembe

0 CBS ve Genel Çalışma Prensibi

Veri ve bilgilerin sistemli şekilde toplanıp depolanması, işlenmesi ve anlamlı hale dönüştürülmesi için oluşturulmuş sistemlere bilgi sistemi denir. Veri ve bilginin hızla arttığı günümüzde, bilginin etkin, kolay ve verimli kullanılmasına duyulan ihtiyaç bilgi sistemlerinin geliştirilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Bilgi sistemlerinin temel fonksiyonu karar verme işlemini kolaylaştırmak ve bu süreci kısaltmaktır (Yomralıoğlu, 2000). Coğrafi Bilgi Sistemleri'nin bilgi sistemlerinden farkı; sistemin değişik nesnelere ait öznitelik bilgilerine ilave olarak konum bilgilerini de içermesidir (Sağlam ve ark., 2004). Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS), mekansal kökenli bilgilerin (grafik ve öznitelik) bilgisayar ortamında toplanması, girilmesi, saklanması, sorgulanması, mekansal analizlerinin yapılması, görüntülenmesi ve farklı formatlarda çıktı alınması için oluşturulan bir bilgi sistemidir (Aranoff, 1991). CBS 1960'lı yılların başında daha çok bilgisayar destekli harita birleştirme amaçlı geliştirilmişken (Yomralıoğlu, 2000) günümüzde pek çok alanda farklı amaçlara hizmet eden bir teknolojiye dönüşmüştür. Coğrafi bilgi sistemleri'nin bileşenleri iki ayrı perspektifte incelenebilir (Şekil 1).

cbs nedir

Şekil 1'de de görüldüğü gibi Perspektif I'de CBS bileşenleri, sistemin daha çok iç işleyiş yapısı için gerekli parçalar olarak ele alınmıştır. Dolayısı ile Perspektif I, daha çok CBS'nin yazılım boyutuna yönelik bir bakış açısını temsil etmektedir. Perspektif II'de ise sistem hem iç hem de dış bileşenler bütünü olarak resmedilmiştir. Bu bakış açısında sistemin içsel mekanizmasından çok fiziksel yapısı öndedir. CBS'nin bileşenleri hangi perspektiften incelenirse incelensin, önemli olan her bir bileşenin eşit öneme sahip olduğunun bilinmesidir. Bir başka deyişle, CBS'de yazılım ve donanım kadar veri toplama, işlenme ve yönetimi, kullanıcı yetkinliği, analizler ve sunum da çok önemlidir. CBS'nin temel çalışma prensibi belli bir coğrafi bölge için grafik (konumsal) ve öznitelik (grafik/konumsal olmayan) verilerinin ilişkilendirilerek farklı katmanlar halinde saklanması ve bu katmanları kullanarak istenilen analizlerin yapılmasına dayanmaktadır. Öznitelik bilgileri ilişkisel bir veritabanı yönetim sistemi (VTYS) ile çizelgesel veriler olarak sistemde saklanırken aynı zamanda ilgili grafik veri katmanı ile bağlantılıdır. Şekil 2'de de görüleceği gibi grafik veriler genellikle haritalar iken, öznitelik verileri haritalara ait bilgilerin çizelgeleridir.

cbs nedir
Kaynak: Düzgün, H., Ş., Madencilikte Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Yardımcı Teknolojiler, El Kitabı.

6 Haziran 2014 Cuma

0 Microsoft Office 2013 (32 Bit) Tek Link Download


Tek Link İndir - https://drive.google.com/file/d/0B5S9D2goGAzjYlg3algwN3RVYkE/edit?usp=sharing

Key Sorunu yaşayanlar aşağıdaki ürün kodunu deneyebilirler.

6PMNJ-Q33T3-VJQFJ-23D3H-6XVTX


 Birden çok cihazda Office

Office'i 5'e kadar PC veya Mac'le 5'e kadar tablete yükleyin

 Kişiselleştirilmiş deneyim

Uygulamalara, özel ayarlara ve belgelere ihtiyacınız olduğunda erişebilirsiniz

 Skype™ dünyanın her yerine çağrı dakikaları

40'tan fazla ülkedeki telefonlara her ay 60 dakika Skype araması olanağıyla iletişiminizi koparmayın

 Kolay yıllık abonelik

Yükseltmelere sürekli erişim ve birden çok cihaza yükleme

 Office Online

Belgelerinizi çevrimiçi olarak OneDrive'a gönderin, gözden geçirmeleri ve temel düzenleme işlemleri yapmaları için başka kişileri davet edin

 OneDrive

Hemen her yerden kolay erişim için belgelerinizi varsayılan olarak OneDrive'a çevrimiçi kaydedin

 Basitleştirilmiş Paylaşım

Bağlantı göndererek belgeler üzerinde birlikte çalışın, dosyanızın yalnızca bir sürümünü yönetin

 Başlangıç ekranı

Şablonlara ve en son kullandığınız belgelere kolayca erişin

 Dokunma ve kalem için en iyi duruma getirildi

Belgeler üzerinde dokunma özellikli cihazlarla bir klavye veya fareyle olduğu kadar kolay çalışın

Diğer yeniliklere bakın

5 Haziran 2014 Perşembe

2 Uzaktan Algılamada Sensör Sistemleri

Sensör sistemleri algılama esaslarına göre “Pasif” ve “Aktif”, yapısı ve işlevlerine göre de “Kamera” ve “Tarayıcı (scanner)” sistemler olarak sınıflara ayrılırlar.

Pasif ve Aktif Sensörler

1. Pasif Sensörler

Pasif sensörler, tabii enerjinin mevcut olduğu zamanlarda algılama yapma kabiliyetindedirler. Tüm yansıyan enerji, güneşin dünyayı aydınlattığı sürelerde meydana gelmektedir. Diğer bir deyişle, güneşin geceleri algılamaya uygun yansıyan enerjisi yoktur. Bu özelliklerden istifade ederek algılama yapma kabiliyetine sahip olan kameralar vb. sensörler, pasif sensör sınıfına girerler.

2. Aktif Sensörler

Bu tip sensörler, algılama için gerekli enerjiyi, güneşe bağlı olmaksızın kendi kaynağından sağlamaktadır. Sensör hedefe kendi kaynağından enerji gönderir ve takiben hedef den yansıyan enerjiyi tespit eder ve ölçer. Aktif sensörlerin en büyük avantajı, mevsimlere bağlı olmaksızın her havada ve her zaman algılama yapmasıdır. Bununla beraber, hedefi aydınlatmak için büyük miktarlardaki enerji üretimine gereksinim duyulmaktadır.


Aktif sensörler, microwave bölgede olduğu gibi güneş enerjisinin yetersiz olduğu dalga uzunluklarında veya aydınlatılmış hedeflerin daha iyi kontrol edilmesi için kullanılırlar. “Laser fluorosensör” ve “Synthetic aparture radar” bu tip sensör örneklerindendir.

Microwave algılama, uzaktan algılamada kullanılan pasif ve aktif yöntemlerden her ikisini de içermektedir. Tüm cisimler belirgin miktarda microwave enerji yaymaktadır. Bu enerji cismin veya yüzeyin yaydığı sıcaklık ve nem özelliklerine bağlıdır. Pasif microwave algılayıcılar tipik bir “Radiometers” veya “Scanners”
olup aynı tarzda çalışmaktadırlar. Antenleri içermeyen bu algılayıcılar, görüş sahaları kapsamındaki ortamdan yayılan microwave enerjiyi kaydetmektedirler. Pek çok pasif microwave sensör düşük mekansal çözümleme sağlamaktadır.

Uzaktan algılanan pasif microwave verisi; meteoroloji, hidroloji ve okyanus coğrafyası (oceanography) alanlarına ilişkin uygulamalarda kullanılmaktadır. Bu uygulamalar ile; atmosferin içerdiği su ve ozon, topraktaki nem denizlerdeki buz kütleleri, satıh rüzgarları ve petrol sızmalarından meydana gelen kirlilikler belirlenmektedir.

Aktif microwave algılayıcılar, microwave enerjiyi kendi kaynağından sağlayarak hedefi aydınlatmaktadır. Bu algılayıcılar, görüntü sağlayan ve görüntü sağlamayan olarak 2 kategoriye ayrılmıştır.

Görüntü sağlayan Aktif microwave algılayıcıların en çok bilineni RADAR (Radio Detection And Ranging)’ dir. Bu sensörlerin çalışması, kendi bünyesinden bir microwave sinyali hedefe gönderme ve takiben hedef den geri dönen sinyalleri kayıt etme tarzındadır.

Görüntü içeren radarlar ilk olarak II. Dünya Savaşı'ndan sonra askeri arazi keşfi ve gözetleme amaçları için geliştirilmiş ve SLAR (Side-Looking Airborne Radar) olarak isimlendirilmiştir. Takiben daha yüksek çözümleme sağlayan SAR (Synthetic Aperture Radar)’lar üretilerek hizmete girmiştir. Microwave bölgede ve aktif olarak çalışan bu sensörler her havada, gündüz veya gece görüntü algılama kabiliyetine sahiptir.

Görüntü sağlamayan, aktif microwave algılayıcılar kapsamında, “Radar Altimetre” ve “Scatterometer” cihazları bulunmaktadır. Radar Altimetreleri, uçaklara ve uydulara takılarak topografik haritacılıkta arazi ve deniz yüzeyi yüksekliklerini ölçme işlevini yaparlar. Ölçme işlemi; Altimetreden altındaki hedeflere microwave dalgalar gönderilmesi, bu dalganın gidiş ve sensöre dönüşü arasındaki zamanın hesaplanarak yüksekliğin belirlenmesi şeklindedir.

Scatterometer cihazı, hedeflerden dağılarak geri dönen enerji miktarının kantitatif ölçüsünü çıkarmak için kullanılmaktadır. Geri dönen enerji, yüzeyin yapısına ve microwave enerjinin hedefe çarpma açısına bağlı olarak değişmektedir.

Kaynak: İşlem GIS, Uzaktan Algılama Kitabı, 2002.

23 Mayıs 2014 Cuma

0 Heyelan Nedir?

Heyelan: Doğal kaya, zemin, suni dolgu veya bunların bir ya da bir kaçının birleşiminden oluşan şev malzemesinin yerçekimi, jeoloji ve su içeriği gibi doğal ve doğal olmayan faktörlerin etkisi altında eğim yönünde hareketiyle sonuçlanan bir sürece verilen isimdir. Heyelan; çamur akması, moloz akması, kayma, kaya düşmesi ve kaya devrilmesi gibi terimlerin genel tanımlayıcısıdır.

Heyelan olayına neden olan birincil faktör yerçekimi kuvveti olup şev üzerinde gravite kuvveti ile aynı yönde davranış göstererek heyelana neden olan diğer faktörler; Hidroloji, insan aktivitesi, deprem ve jeolojik faktörler olarak sınıflanabilir. Heyelanlar tipik olarak aşırı yağış ve ani kar erimeleri, bitki örtüsü tahribatı ve yoğun sismik aktiviteler ile hareketlenebilir.

Heyelanlar birkaç şekilde meydana gelebilmekte olup bunlar arasında en önemlileri ve tehlikeye neden olanlar, kaymalar (dairesel ve düzlemsel) ve halk arasında çamur akması olarak da tanımlanan moloz akmaları, moloz çığları gibi hızlı hareket eden heyelan türleridir.

HEYELANA UĞRAYABİLECEK BÖLGELER

  • Mevcut ve eski heyelanlı kütleler
  • Yamaçların zirve ve alt kesimleri
  • Ana drenaj ağları ve yakınları
  • Eski dolgu şevlerin üst veya taban kısımları
  • Dik eğimli yamaçların alt ve üst kesimleri

HEYELANA KARŞI GÜVENLİ BÖLGELER

  • Geçmişte herhangi bir harekete maruz kalmamış sert çatlaksız ana kaya kütleleri
  • Şev ve/veya dik akarsu yataklarından bağımsız topoğrafik olarak nispeten düz bölgeler
  • Sırtların üst ve düz uzanımlı kesimleri

HEYELANLARI BELİRTEN İPUÇLARI

  • Daha önce gözlemlenmiş su kaynakları, sızıntı suları ve suya doygun zeminler
  • Zemin kaldırım ve yollarda daha önce gözlemlenmiş yeni çatlak oluşumları ve kabarmalar
  • Beton zemin ve temellerde kıvrımlanma ve/veya çatlamalar
  • Su/gaz boruları gibi yer altı yapılarının kırılması patlaması
  • Telefon direkleri, ağaç ve bitki örtüleri, istinat duvarları ve/vaya bahçe çitlerinde hareket yönünde meydana gelen eğilme, bükülme
  • Yollarda ve zeminde meydana gelen düşey yönde oturmalar
  • Kapı ve pencerelerin çerçevelerinde oluşan deformasyon
  • Yapıların temellerinde ve taşıyıcı sistemlerinde meydana gelen çatlaklar
  • Yağışlı mevsimlerde akarsulardaki çamur miktarının artarak suyun bulanık ve kirli bir görünüm alması

HEYELAN KONUSUNDA YAPILMASI GEREKENLER

İkamet ettiğiniz bölgede daha önce heyelan olayının meydana gelip gelmediğini mutlaka öğrenin. Daha önce heyelan oluşturmuş yamaçlar ilerisi içinde potansiyel heyelan bölgesi özelliğindedir. Bu konuyla ilgili her türlü bilgiyi bağlı olduğunuz kaymakamlıklardan ve ilinizde bulunan Bayındırlı Ve İskân Müdürlüklerinden öğrenebilirsiniz.

Bulunduğunuz bölgede yeni yapılaşmaya gitmeden önce mutlaka yerel kurumlardan bilgi alın. Bu konuda Bayındırlık ve İskân Müdürlükleri ile Belediyedeki uzman personele başvurabilirsiniz.

Yukarıdaki ipuçları göz önüne alınarak konutlarınızı heyelanlı bölgelerden, dik yamaçlardan ve akarsu/dere yataklarından uzak bölgelere inşa edin.

Yapılaşma esnasında heyelana karşı uygulanacak önlem yapıları ilk başta zaman kaybı ve maliyete yol açıyor olsa da afet sırasında meydana gelecek zararlar göz önüne alındığında bunlar önemsiz kalacaktır.

Toprak kaymasında zarar görmeme konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta evlerin yamaçlara bakan kesimlerinin yatak odası olarak kullanılmamasıdır. Amerika Birleşik Devletlerinde toprak kaymasından ölenlerin üçte birinin yatak odalarının evin yamaca bakan kesiminde olduğu ortaya çıkmıştır.

HEYELAN ESNASINDA YAPILMASI GEREKENLER

Şayet kapalı bir alandaysanız ve konuttan dışarı çıkmak için vaktiniz yoksa konutun en az etkilenebilecek köşesinde (Hareketin kaynağından uzak) sağlam eşyalar arasına saklanın. Harekete karşın sabit ve güvenli bir noktaya sıkıca tutunun ve hareket sona erinceye kadar yerinizden kımıldamayın.

Şayet açık alandaysanız, toprak kaymasının meydana geldiği bölgeden acil bir şekilde yukarı kotlara doğru uzaklaşın. Çamur veya moloz akmasından kaçabilecek zamanınız yoksa kalkan görevi yapacak, sağlamlığına güvendiğiniz cisimlerin arkasına saklanın ve mutlak surette başınızı ve vücudunuzun hassas kesimlerini koruyun. Çevrenizde yaşayan insanları, komşularınızı toprak kayması tehlikesine karşı ikaz edin.

HEYELANDAN SONRA YAPILMASI GEREKENLER


  • İlk önce tehlikeli bölgelerden uzaklaşarak kendinizi güvene alın.
  • İletişim hatları zarar görmemiş ise bölgenizde meydana gelen afet olayını en yakın idari birimlere haber verin.
  • Her davranışınız ve yardımınızdan önce mutlaka kendinizin güvende olduğundan emin olun. Unutmayın orada ilerisi için de size ihtiyaç duyulacaktır.
  • Yakınınızda bulunan elektrik, gaz ve su kaynaklarını hemen kapatın. Çevrenizde gaz kaçağı olmadığından emin olana kadar kibrit veya diğer yanıcı maddelerle aydınlatma yapmaya çalışmayın.
  • Çevrenizde yaralı veya yardıma muhtaç kişiler olup olmadığını tespit edin. Eğer mümkünse yardım gelene kadar gerekli ilk müdahaleyi yapın. İkinci bir afet olayı içinde değillerse (Yangın, çamur akması gibi) ciddi bir şekilde yaralanmış kimseleri yerlerinden kımıldatmayın.
  • Parçalanmış – kırılmış su ve doğal gaz iletim hatları ile ortalıkta başıboş bir şekilde bulunan elektrik kablolarının yerlerini tespit edin mümkünse çevrelerine ikaz edici levhalar yerleştirin. Gelen yardım ekiplerini bu tehlikelere karşı uyarın ve yerlerini bulma konusunda yardımcı olun.
  • Telefon ve cep telefonu gibi iletişim cihazlarını en az seviyede kullanın.
  • Tehlike arz eden duvarlar, çatılar ve bacalara karşı çevrenizdekileri uyarın ve bu yapıların etrafında dolaşmayın.
  • Radyo ve televizyon gibi iletişim araçları vasıtasıyla size yapılacak ikazları dinleyin ve titizlikle uygulayın.
  • Cadde ve sokakları acil yardım araçları için mümkün olduğunca boş bırakın.
  • Hasarlı yapılara eşyalarınızı kurtarmak amacıyla kesinlikle girmeyin.
  • Sakinliğinizi koruyun ve ilk yardım gelene kadar mümkün olan yardımı siz yapın.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

0 Deprem Nedir?


Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına DEPREM denir.

Deprem Üreten Levha Sınırları Dört Sınıfa Ayrılmaktadır.

OKYANUS ORTASI SIRTI: Isı akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magma da okyanus sırtlarını oluşturmaktadır.

Taşkürenin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst manto bulunmaktadır. Burada oluşan kuvvetler, özellikle ısı akımlarının nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve bir çok levhalara bölünmektedir. Üst Manto’da oluşan ısı akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Isı akımları yukarılara yükseldikçe taş yuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır.

Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler.

YİTİM ZONU: Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya mantoya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır.

Dünyanın bir kesiti alınırsa en içte kızgın ve erimiş metallerden oluşan yarı çapı 3600 km olan bir çekirdek bulunur. Bu çekirdeğin üzerinde 2900 km kalınlığında pelte kıvamında manto ve üstte 60-70 km kalınlıkta olan taş küre yer alır.

Taşküre üzerinde yaşadığımız kıtaları, okyanus tabanlarını, dağlarını, ovaları ve vadileri oluşturmaktadır. Taşküre pelte kıvamındaki manto üzerinde yüzer gibidir. Yerin sıcaklığı derinlikte artar ve 100 km derinlikte 1000 C - 1500 C ; 700 km derinlikte 2000 C civarındadır. Bu derinlik, en derin depremlerin oluştuğu derinliktir. Çekirdekte ise sıcaklık 4000 C – 4500 C ulaşmaktadır. Yerin yüzey kesimlerinde sıcaklık artma oranı 30 C / km civarında olup, bu oran derinlik arttıkça azalmaktadır.

ÇARPIŞMA ZONU: Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, yan yana gelince çarpışmakta ve çok yüksek sıradağlar oluşmaktadır.
İşte yer kabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları yada altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.

YANAL DEĞİŞTİRME ZONU: Çarpışan levhaların ön kesimlerinde yanal atımlı faylar oluşmakta ve iki blok birbirine göre yatay yönde yer değiştirmektedir. Yerkabuğunu oluşturan kayaçlar basınç altında kaldıkları zaman çeşitli şekillerde kırılırlar. Büyük ölçekli kırılmalarda, kayaçlar dilimler halinde ve ufak parçalara ayrılırlar. Kayaçlar, bu dilimler arasında gelişen yüzeyler boyunca göreceli olarak aniden kayarlar.

Doğada çeşitli ölçekteki kayma yüzeyleri, (üzerinde deprem olan ve hareket eden iki levha yada levhacık arasındaki ara yüzey) FAY olarak adlandırılır.

FAYLAR

Diri Fay: Tarihsel dönemde deprem oluşturan tüm faylar diri fay olarak isimlendirilir. Bu fayların dirilikleri sadece yazılı tarihsel kataloglardan değil aynı zamanda tarihi yapıları etkileyen faylanma işaretlerinden de anlaşılabilir. Genç kuvaterner çökellerini ( 2 milyondan daha yaşlı olmayan ) kesen faylar, ötelenmiş genç akarsu yatakları, ötelenmiş akarsu – denizel şekiller, basınç sırtı yada çöküntü gölcükleri, uzamış sırtlar gibi genç morfolojik şekiller oluşturmuş faylar, diri faylardır.

FAY TİPLERİ

1- DOĞRULTU ATILIMLI FAY
Bu tip faylar yeryüzünde 90 dereceye yakın dik bir konumda olan ve yerin içine doğru hafifçe eğimlenen yalnızca yatay atımın oluştuğu yanal atımlı faylardır. Bu faylar, atımlarına göre sağ yada sol yönlü olabilirler. Kuzey Anadolu Fayı, sağ; Doğu Anadolu Fayı ise sol yönlü doğrultu atımlı faylardır.

2 – NORMAL ATILIMLI FAY

Bu tip faylarda fay düzleminin bir tarafındaki blok yükselirken diğer tarafındaki düşerek uzaklaşır. Burada hareket yine göreceli olarak gelişmektedir. Bir başka deyişle, bir blok yükselirken diğeri yerinde durabilir yada bir taraf yerinde dururken diğer taraf düşebilir. Örneğin; 1970 Gediz ve 1995 Dinar depremi ile ilgili faylar normal atılımlı faylardır.

3 – TERS ATILIMLI FAY

Bu tip faylarda düşey atımlı faylar olup, yalnızca fay düzlemi boyunca hareket eğim yönüne göre ters yönde olmakta ve bloklar birbirine göre yaklaşmaktadır. Örneğin; 1975 Lice depremi ile ilgili faylar ters atımlı faylardır.

4- VEREV ATILIMLI FAY

Fay düzlemi boyunca hareketin ham düşey hem de yatay yönde olduğu faylardır.

FAY VE YAPILAŞMA

Zemin hareketleri, fay yakınında çok şiddetli olacak diye mutlak bir kural yoktur. Diğer yandan bir faydan ne kadar uzaklaşırsanız diğer faya o kadar çok yakınlaşırsınız. Orta büyüklükteki depremlerde hasar yapma uzaklığı faylar arasındaki ortalama uzaklıktan daha fazladır. 17 Ocak 1995 Kobe, 1 Ekim 1995 Dinar ve özellikle 17 Ağustos 1999 İzmit körfezi ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde fayın her iki tarafından 50 m – 100 m uzaklıklarda önemli hasara rastlanılmamıştır. Buralarda hasar olmama durumları bir çok faktörlere bağlıdır. Her şeyden önce dalgaların yayılması ve yerel zemin şartlarına bağlıdır. Örneğin suya bir taş atıldığında, taşın düştüğü yerde ( merkezde ) dalga genlikleri ve yarıçapları daha küçüktür. Merkezden uzaklaştıkça dalga genlikleri artar. Bu nedenle odak noktasından çıkan dalgalar, daha uzaklarda birbiriyle çakışarak daha şiddetli etkilere sahip olmaktadır.

Öte yandan faylanmadan ileri gelen hasar olasılığı, sarsıntıdan kaynaklanan hasara göre çok küçüktür. Yüksek şiddet sarsıntı alanının çok küçük bir bölümü, faylanma ile ilgilidir. Bir başka deyişle yüzey faylanması ile ilgili alan, MM VIII – IX şiddet derecesinin çok küçük bir yüzdesine sahiptir. Sadece fayı enine geçen yapılar özellikle galeri, otoyol, metro, tünel, baraj, sulama kanalları, doğal gaz boru hatları, petrokimya rafineleri hidrolik santraller ve nükleer reaktörler gibi büyük mühendislik yapıları çok yüksek risk taşırlar. Bu nedenle bu tür büyük mühendislik projelerinin muhtemel bir fayın üzerinde yada paralel olup olmadığı veya fay hatlarından ne kadar uzaklıklarda bulunduğu çok ayrıntılı olarak araştırılması gerekir. Bununla birlikte örneğin düz bir arazide fayı enine geçmesi zorunlu olan otoyol yada tren yolu gibi çizgisel mühendislik yapılarının kısa bir bölümü faylanmadan etkilenecektir. Fakat dağlık bir bölgede bu yapılar sadece faydan değil aynı zamanda heyelan gibi kaymalardan da ağır derecede hasar görecektir. Ancak bir sulama tünelinde faylanmadan dolayı hasar çok ciddi olabilir. Çünkü tektonik hareketlerden yani yer değiştirmelerden dolayı fay bloğunun bir tarafı diğerine göre yükselecektir. Bu da suyun tamamen boşalması anlamına gelir. Diğer taraftan tünellerde faylanmadan dolayı hasar küçük ve sınırlı olabilir. Fakat tektonik yükselimle doğal akıntıların engellenmesi nedeniyle tünelin büyük bir bölümü kullanılamaz hale gelir.

Dünyada oluşmuş büyük depremlerden elde edilmiş istatistikler depremde, faylanmadan ileri gelen hasarın sadece % 5 olduğunu; buna karşılık zeminden ( yerel jeolojik yapıdan ) ileri gelen hasarın ise % 95 olduğunu göstermiştir. Depremde fayın hemen yakınındaki az katlı binalar yıkılmazken faydan onlarca – yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan binalar yıkılmaktadır.

DEPREM TÜRLERİ

KÖKENLERİNE GÖRE

1- Tektonik Depremler: Levha hareketleri sonucu olan depremlerdir.
2- Volkanik Depremler: Volkanik patlamalar sırasında olan depremler
3- Çöküntü Depremleri: Yer altındaki boşlukların çökmesi sonucu oluşan depremler
4- İnsanların Neden Oldukları Depremler

DERİNLİKLERİNE GÖRE

1- Sığ Depremler: 0- 70 km
2- Orta Derinlikte Depremler: 70 – 300 km
3- Derin Odaklı Depremler: 300 – 700 km

UZAKLIKLARINA GÖRE

1- Yerel Deprem: 100 km’den daha az
2- Yakın Deprem: 100 km – 1000 km arası
3- Bölgesel Deprem: 1000 km – 5000 km arası
4- Uzak Deprem: 5000 km’den daha çok

BÜYÜKLÜKLERİNE GÖRE

1- Çok Büyük Depremler: M > 8.0
2- Büyük Depremler: 7.0 < M < 8.0
3- Orta Büyüklükte Depremler: 5.0 < M < 7.0
4- Küçük Depremler: 3.0 < M < 5.0
5- Mikro Depremler: 1.0 < M < 3.0
6- Ultra Mikro – Depremler: M < 1.0

DEPREM PARAMETRELERİ

Herhangi bir deprem oluştuğunda, bu depremin tariflenmesi ve anlaşılabilmesi için “DEPREM PARAMETRELERİ” olarak tanımlanan bazı kavramlardan söz edilmektedir. aşağıda kısaca bu parametrelerin açıklaması yapılacaktır.

ODAK NOKTASI ( HİPOSANTR )

Odak noktası yerin içinde depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır. Bu noktaya odak noktası veya iç merkez de denir. Gerçekte, enerjinin ortaya çıktığı bir nokta olmayıp bir alandır, fakat pratik uygulamalarda nokta olarak kabul edilmektedir.

DIŞ MERKEZ ( EPİSANTR )

Odak noktasına en yakın olan yer üzerindeki noktadır. Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli olarak hissedildiği noktadır. Aslında bu, bir noktadan çok bir alandır. Depremin dış merkez alanı depremin şiddetine bağlı olarak çeşitli büyüklüklerde olabilir. Bazen büyük bir depremin odak noktasının boyutları yüzlerce kilometreyle de belirlenebilir. Bu nedenle “Episantr Bölgesi” yada “Episantr Alanı” olarak tanımlama yapılması gerçeğe daha yakın bir tanımlama olacaktır.

ODAK DERİNLİĞİ

Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanın yeryüzünden en kısa uzaklığı depremin odak derinliği olarak adlandırılır. Türkiye’de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve derinlikleri 0km - 60 km arasındadır. Orta ve derin depremler daha çok bir levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur. Derin depremler çok geniş alanlarda hissedilir. Buna karşılık yaptıkları hasar azdır. Sığ depremler ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler.

MİKRODEPREM

Büyüklüğü M = 3 ve daha küçük olan depremler mikro deprem olarak isimlendirilir. Mikro depremler, genellikle yer kabuğunun üst kesimlerinde oluşurlar. Bu depremler zemin gürültüleri şeklinde de gelişebilirler. Bu nedenle bu tür depremler öncü yada artçı depremlerle kolaylıkla karıştırılabilir. Büyük bir depremden önce, bu tür depremlerin normal zemin gürültüsü mü yoksa öncü bir deprem mi olduğuna karar vermek çok güçtür. Örneğin baraj ve yapay göl gibi büyük su kütleleri inşa edildikten sonra o bölgede artan mikro deprem etkinliği bu tür depremleredir.

DEPREM FIRTINASI

Sınırlı bir bölgede bir hafta yada birkaç hafta süresince çok sayıda oluşan mikro depremler deprem fırtınası olarak isimlendirilir. Deprem fırtınası diğer bir enerji boşalım yoludur. Deprem fırtınası bir ana şokun varlığını belirtmez ve en fazla sayıya ulaşıncaya kadar sürekli artar ve sonra yavaş yavaş azalır. Örneğin 1978 Kasım’ında Meloy kentinde ( Norveç ) başlayan bir deprem fırtınası 1979 Ocak sonuna kadar devam etmiştir. Bu zaman süresince yakındaki istasyonlardan büyüklüğü 3.2 ve daha küçük 10 000 deprem kaydedilmiştir. En fazla olduğu gün maksimum 800 deprem kaydedilmiştir. ( Bungum vd. 1982 ). Bununla birlikte deprem fırtınaları, genellikle bir gün içinde birkaç bin küçük deprem oluşumu şeklinde görülür. Bu tür depremler, volkanik bölgelerde çok sık olarak gözlenir.

ŞİDDET

Herhangi bir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle depremin şiddeti onun yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Şiddet depremin, kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır.
Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan “Şiddet Cetvelleri” ne göre değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle “Deprem Şiddet Cetvelleri” depremin etkisinde kalan canlı ve cansız her şeyin depreme gösterdiği tepkiyi değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her şiddet derecesindeki depremlerin insanlar, yapılar ve arazi üzerinde meydana getireceği etkileri belirlemektedir.

Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangi bir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler şiddet cetvelinde hangi şiddet derecesi tanımına uygunsa, depremin şiddeti, o şiddet derecesi olarak değerlendirilir. Örneğin; depremin neden olduğu etkiler, şiddet cetvelinde VIII şiddet olarak tanımlanan bulguları içeriyorsa, o deprem VIII şiddetinde bir deprem olarak tariflenir. Deprem Şiddet cetvellerinde, şiddetler romen rakamıyla gösterilmektedir. Şiddeti V ve daha küçük olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana getirmezler ve insanların depremi hissetme şekillerine göre değerlendirilirler.

VI – XII arasındaki şiddetler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği hasar ve arazide oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak değerlendirilmektedir.

MANYİTÜD ( BÜYÜKLÜK )

Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi imkanı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri’nden Prof. C.Richter tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü olan “Manyitüd” tanımlanmıştır. Prof. Richter, episantrdan 100 km uzaklıkta ve sert zemine yerleştirilmiş özel bir sismografla ( 2800 büyütmeli, özel periyodu 0.8 saniye ve % 80 sönümü olan bir Wood – Anderson torsiyon Sismografı ile ) kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden ( 1 mikron 1/1000 mm ) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin “manyitüdü” olarak tanımlanmıştır. Bugüne kadar olan depremler istatistik olarak incelendiğinde kaydedilen en büyük manyitüd değerinin 8.9 olduğu görülmektedir. ( 31 Ocak 1996 Colombiya – Ekvator ve 2 Mart 1933 Santriku Japonya depremleri )

Manyitüd, aletsel ve gözlemsel manyitüd değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir.

Aletsel manyitüd, yukarıda da belirtildiği üzere, standart bir sismografla kaydedilen deprem hareketinin maksimum genlik ve periyod değeri ve alet kalibrasyon fonksiyonlarının kullanılması ile yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilmektedir. Aletsel magnitüd değeri, gerek hacim dalgaları ve gerekse yüzey dalgalarından hesaplanılmaktadır.

Depremlerin şiddet ve manyitüdleri arasında bir takım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu bağıntılardan şiddet ve manyitüd değerleri arsındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi verilebilir.

Şiddet – Büyüklük Karşılaştırılması
Şiddet
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
Richter Manyitüdü
4
4.5
5.1
5.6
6.2
6.6
7.3
7.8

ÖNCÜ VE ARTÇI DEPREMLER

Büyük bir deprem çok ender olarak tek sarsıntıdan oluşur. bazen büyük bir depremden ( ana şok ) birkaç gün yada birkaç hafta önce, ana şok yakınında küçük sarsıntılar olabilir. Bunlara “öncü depremler” denir. örnek olarak 22 Mayıs 1971 Bingöl depreminden bir gün önce olan deprem bu depremin “öncü depremi” olmuştur. Bu deprem daha sonra büyük deprem olduğu için öncü deprem olarak nitelendirilmiştir. Eğer arkasından bu büyük deprem olmasaydı o zaman o deprem kendi başına bir deprem olarak nitelenecekti. 1 Ekim 1995 Dinar depreminden önce olan depremlerde “öncü” depremlerdir.

Büyük bir depremden sonra aylarca sürebilen, ana sarsıntıdan daha küçük ve giderek araları açılan ve büyüklükleri azalan bir dizi sarsıntılar olmaktadır. Bunlara da “artçı depremler” denir. Artçı sarsıntılar ana sarsıntıdan yırtılan fay hattı üzerindeki değişik yerlerdeki gerilmeleri devam eden yeniden dağılımı nedeni ile oluşmaktadır. Ana fay bölgesi yada hattı üzerindeki jeolojik yapı değişken olduğu için, birikmiş bütün enerji tek büyük sarsıntı ile boşalmaktadır ve enerji boşalması ve gerilmelerin yeniden dağılımı sürekli olarak devam etmekte ve büyük bir depremin arkasından yüzlerce hatta binlerce daha küçük deprem günlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilmektedir. Düşey atımlı faylarla ilgili depremlerde artçı sarsıntılar daha uzun sürmektedir. 1970 Gediz ve 1995 Dinar depremlerinin artçıları çok uzun sürmüştür. Gediz depreminde 1 yıl kadar.

Artçı sarsıntılar genellikle ana sarsıntıdan daha küçük manyitüdlü olmaktadır. Ana sarsıntıdan etkilenen bazı yapıların hasarı, büyükçe manyitüdlü artçı depremlerde daha da artabilir hatta artçı depremler hasarlı yapıları yıkabilir. Özellikle ilk sarsıntıda yıkılmaya çok yaklaşmış yapılar çok sayıda olan artçı sarsıntılarda hızla yıkılmaya geçebilir. Ana sarsıntıdan sonra olan en büyük artçı sarsıntının manyitüdü çoğunlukla ana sarsıntıdan 1 ölçek daha küçük olmaktadır.

SIVILAŞMA

Yüzeye yakı kum tabakalarında, kum tanecikleri arasındaki boşluklara ani sismik kuvvet ( deprem şoku ) uygulandığı zaman, taneciklere arasındaki denge bozulur ve kum ile birlikte su yüzeye doğru hareket ederek zemin yüzeyine çıkmaya başlar. Bu olaya sıvılaşma adı verilir. Sıvılaşma sonucu kum su ile birlikte hareket ederek zemin sıvı gibi davranmaya başlar. Böylelikle sıvılaşmış zemin üzerinde bulunan binalarda ( depreme dayanıklı olarak yapılsa bile ) yana yatmalar ve devrilmeler olur. Sıvılaşma sonucu kanalizasyon, içme doğal gaz boru hatları ve iletişim kabloları parçalanır ve kırılırlar.

SIVILAŞMA ORTAMLARI

Sıvılaşma deniz kenarlarında özellikle körfez çamurları ile kıyı düzlüklerinde, akarsuların özellikle menderesli akarsuların taşkın ovası düzlüklerinde ve gölsel çökellerde yaygın olarak gözlenir.

1964 Nigaata ( Japonya ), 1967 Mudurnu Vadisi, 1970 Gediz, 1989 Lorna Prieta (Kalifonniya ), 1995 Kobe ( Japonya ), 1998 Ceyhan – Misis ve 1999 İzmit körfezi depremleri sıvılaşmanın olduğu en çarpıcı örneklerdir. Sıvılaşmış zeminlerdeki yapılar suda yüzen gemilere benzerler.

17 Ağustos 1999 İzmit körfezi depreminde, Adapazarı kent merkezindeki hasarın büyük olmasının nedeni sıvılaşmadan ileri gelmiştir. Sıvılaşma sonucu kent merkezinde, Kavaklı caddesi, Sakarya caddesi ve binaların zemin katları ise zemin içine gömülmüşlerdir. Diğer yandan bir çok binada yan yatmalar ve devrilmeler olmuştur. Binalar temellerinden sökülerek devrilmiş ve komşu binaların üzerine doğru yatmaya başlamışlardır. Farklı yönlere doğru yan yatma ve devrilmeler, bazı binaların ayakta kalmasını sağlamıştır. Ayrıca, benzer küçük boyutta sıvılaşma olayları, Akyazı, Düzce ve Gölyaka’da gözlenmiştir.
Sıvılaşmaya Karşı Yapıları Korumak İçin:

· Binaların altındaki zeminlerin kazıklarla sıkıştırılması
· Bina temelini sıvılaşabilecek zeminin altındaki sağlam zemine oturtulması
· Binanın altına ağır ve kalın bir bodrum yapılması, Sıvılaşabilecek zemine kimyasal maddeler içerimi ve titreşimler vererek sabitleştirilip sıkıştırılması gibi önlemler alınabilir.

Elverişli koşullarda sıvılaşma sonucu zemin yarı – sıvı gibi davranmaya başlar ve zemin üzerinde bulunan nesneler zeminin içene gömülür, binalar belirgin şekilde bir tarafa doğru yatar ve hatta devrilir. Hatta eğim çok düşük olsa bile geniş bir alan akmaya başlar. Bu olay, su kütlesi yakınında durarak ve zemini tekrar tekrar hafifçe vurarak canlandırılabilir. Siltli kum gibi ıslak zemin, yüzeyde daha fazla sulanacak ve sulu bir kıvama gelecektir. Benzer olay, beton dökümü sırasında beton titreştirilerek de yapılabilir.

Sıvılaşma 1964 depreminden sonra dikkatleri çekmiş olmakla birlikte, büyük depremlerde önemli kayıplara neden olduğu tarihsel deprem kayıtlarından bilinmektedir.

Sıvılaşma Tipleri
1- Kum fışkırması
Kum volkanı
Kum krateri
2- Kum daykları veya siller
3- Yanal yayılmalar
4- Kademeli yarıklar

Nehirlerin taşkın ovası düzlüklerinde yer alan tarım arazileri ve ovalar alanlar sıvılaşmaya en uygun bölgelerdir. Bu nedenle bu tür araziler kesinlikle imara açılmamalıdır. Çünkü 1998 Ceyhan Misis depreminde olan sıvılaşma olayları yerleşimin olmadığı tarım arazilerinde gelişmiş ve deprem afete dönüşmemiştir. Buna karşılık, sıvılaşmaya uygun arazi üzerinde kurulmuş Adapazarı kent merkezinde ise deprem afet olarak karşımıza çıkmıştır.

Yanal yayılmalar, bölgesel boyutta genellikle çok düşük yamaçlarda sıvılaşmış bir tabaka üzerinde yamaç aşağı hareket eden dilimler şeklindeki kütle hareketleridir.
 
Telif Hakkı © 2017 Tüm hakları saklıdır. HARİTA ONLINE
Bu site Blogger tarafından desteklenmektedir.