SON PAYLAŞILANLAR

Site içi arama

22 Temmuz 2014 Salı

0 Jeoid Belirleme Yöntemleri


Yükseklik yeryüzündeki geometrik cisimlerin üçüncü boyutudur. Bir noktanın yüksekliği, noktadan sıfır yükseltili başlangıç yüzeyine inilen dikin boyudur. Noktanın yüksekliğini saptayabilmek için ilk olarak başlangıç yüzeyinin tanımlanması ve buna dik doğruların belirlenmesi gerekir. Yeryüzü noktaları için en kolay belirlenebilen doğrultular çekül doğrultularıdır. Bunun için yükseklik belirlemede bu doğrultuların alınması en kolay yoldur. Bu doğrultulara dik sıfır yükseltili yüzey ise jeoid yüzeyidir. Jeoidin belirlenmesi de jeodezinin temel görevlerinden birisidir (Ayan,1978).
1970’li yıllardan başlayarak günümüze kadar hızlı bir gelişme gösteren GPS, jeodezik çalışmalarda çok uzun zamandan beri kullanılmakta olan klasik ölçme yöntemlerinden kaynaklanan problemlerin aşılmasında oldukça önemli rol oynamıştır. Bugün ulaştığı teknik imkânlarla GPS alıcısına sahip olan her kullanıcı gerektiğinde hassas bir şekilde, üç boyutlu olarak konum bilgilerini elde edebilmektedir.Yöntemin temel ilkesi, uzayda değişik yörüngelerde bulunan en az 4 uyduya mesafe ölçümü yaparak alıcının üç boyutlu koordinatlarının hesaplanmasıdır. Burada uydular, koordinatları bilinen noktalar olarak kabul edilirse, işlem en basit anlamda bir uzay geriden kestirme yöntemidir.
Uydu ile alıcı arasındaki uzaklık (jij), uydu koordinatları (xj, yj, zj), alıcı koordinatları (Xi, Yi, Ziolarak alındığında;


şeklindedir. GPS verilerinin değerlendirilmesi ile elde edilen yükseklikler elipsoidal yüksekliklerdir. Bunun yanında genellikle pratik uygulamalarda elipsoidal yükseklik kullanılmaz, bunun yerine ortometrik yükseklik kullanılır. Bu yüzden GPS ile elde edilen elipsoidal yükseklikler ile ortometrik yükseklikler arasında ilişki kurulmalıdır. GPS ile koordinatlandırılmış üç boyutlu konum ağları geometrik bir sistem olmasına karşılık mevcut yükseklik ağları düşey boyutun jeopotansiyel ile ifade edildiği tek bileşenli fiziksel bir sistemdir. İki sistemi ilişkilendirmekteki asıl amaç, GPS ölçülerine göre daha yorucu olan ve zaman alan nivelman işlemini azaltarak GPS ile sorunu çözmektir. Bunun için dm’nin altında bir doğrulukla jeoidin belirlenmesi gerekir (Aksoy vd.,1998). Jeoid belirlenmiş ise elipsoidal yükseklik ( h ) ile ortometrik yükseklik ( H ) arasındaki ilişki,

H = h – N

şeklindedir. Bu eşitlikte N jeoid yüksekliğidir. GPS verilerinden yararlanarak yükseklik belirlemenin temelini veren bu eşitlik ile, N değeri bilinen ve h değeri GPS gözlemleriyle saptanmış olan noktanın ortometrik yüksekliği hesaplanabilir. Hesaplanacak ortometrik yüksekliğin doğruluğu, N değerinin ve GPS ile elde edilen elipsoidal yüksekliğin doğruluğuna bağlı olarak değişir.

JEOİD YÜKSEKLİĞİ BELİRLENMESİNDE KULLANILAN MATEMATİKSEL MODELLER

Jeoid ile elipsoid yüzeyi arasındaki uzaklığa jeoid ondülasyonu veya jeoid yüksekliği adı verilir. Yeryüzünü oluşturan tabakaların yoğunluklarının farklı olmasından dolayı jeoid düzensiz bir şekle sahiptir. Jeoid yüksekliği değerleri ortalama yer elipsoidine göre ± 100 m arasında değişir.

Jeoid belirleme yöntemlerini jeoidin kapsadığı alana göre ve kullanılan verilere göre iki grupta incelemek mümkündür: Jeoidin kapsadığı alana göre global, bölgesel ve yerel jeoid belirleme söz konusudur. İkinci grupta yer alan veriler çekül sapmaları, nokta gravite ölçüleri, GPS/Nivelman, GPS/Astronomik gözlemleri ve uydu ile yersel verilerin kombinasyonudur.

1) Global Jeoid Belirleme Modelleri

Global jeoid modelleri, isminden de anlaşıldığı üzere tüm dünyaya ait gravite bilgilerinden faydalanarak oluşturulmuş bir modeldir. Her ulusun bir ya da birkaç istasyonu dünya çapındaki gravite baz istasyonları ağını. IGSN71 datumu, 1906’da yapılan sarkaç ölçüleri ile belirlenen Potsdam sisteminin yerini almış ve gravite ölçüleri için referans olarak kabul edilmiştir.

R : Dünyanın yarıçapı
G : Ortalama gravite
Dg : Serbest hava gravite anomalisi
S (y ) : Stokes fonksiyonu
Stokes formülü , jeoidin dış tarafında kitle olmadığı ön kabulüne dayanır. Eğer herhangi bir fiziksel jeodezi problemi, potansiyel kuramının belirlediği anlamda bir sınır değeri problemi olarak ele alınmak istenirse, sınırlayan yüzeyin dışında kitle yoktur diyen bu kabul zorunludur. Bunun nedeni, potansiyel kuramının sınır değeri problemlerinin daima harmonik fonksiyonları içermesidir. Jeoidin dış tarafında kitleler varolduğundan Stokes integrali ya da ilgili formüllerin uygulanabilmesinden önce bu kitlelerin jeoidin içine götürülmesi ya da tümüyle ortadan kaldırılması zorunludur. Türlü gravite indirgemelerinin amacı budur.

Global jeoid modellerine örnek olarak potansiyel katsayılardan yararlanarak jeoid yüksekliği hesaplama ilkesine dayanan OSU91-A ve EGM 96 modelleri verilebilir.

OSU91-A ( Ohio State University Global Jeoid Model 91 A ) Modeli

EGM 96 ( Earth Geopotantial Model 1996 ) Modeli

1.1. Bölgesel Jeoid Belirleme Modelleri

Bölgesel jeoid modellerinin gravimetrik olarak hesaplanması işlemi Stokes integraline dayanır:
2) Gravimetrik Yöntemler İle Jeoid Yüksekliği Belirleme
Gravimetrik yöntemler, bir sınır yüzey için verilen gravite anomalileriyle bu yüzeye bağlı jeoid yükseklikleri ya da yükseklik anomalileri arasındaki ilişkiyi tanımlayan jeodezik sınır değer probleminin çözümü temeline dayanır. Sınır değer probleminin çözümü Stokes entegrali ile sağlanır. Stokes entegrali,
- klasik

- hızlı Fourier

- vb. tekniklerle çözülebilir.

2.1. Klasik ve Hızlı Fourier Tekniği ile Stokes İntegrasyonu

Jeoid yüksekliğinin hassas bir şekilde belirlenebilmesi için; jeopotansiyel model (GM), ortalama serbest hava gravite anomalileri (DgFA) ve sayısal arazi modeli yükseklikleri (h) kombinasyonundan yararlanılır. Bu data tiplerinin kullanımıyla elde edilen eşitlikler şöyledir :
N = NGM + NDg + Nh                                                         
 Dg = DgFA - DgGM - Dgh
Düzlem yaklaşımda E bir integrasyon alanı veortalama gravite olmak üzere jeoid yükseklikleri aşağıdaki eşitlik ile hesaplanır:
Yukarıdaki eşitliktedeğeri, data noktaları (x,y) ile hesaplanan noktalar (xp, yp) arasındaki uzunluktur. S Stokes operatörünü ifade eder.Küresel yaklaşımda ise bu değer,
eşitliği kullanılarak hesaplanır. R ortalama Dünya yarıçapını, S(yStokes fonksiyonunu, y küresel mesafeyi ifade eder.

2.2. En Küçük Karelerle Kolokasyon Yöntemi
N = N1 + N2 +N3                                                                      
N1 Gravite alanına ait toplam spektrumun uzun dalga boylu sinyalleri
N2Gravite alanına ait toplam spektrumun orta dalga boylu sinyalleri
N3Gravite alanına ait toplam spektrumun kısa dalga boylu sinyalleri
Benzer olarak jeoid yükseklikleri farkları ;
DN = DN1+DN2+DN3                                                                                               
şeklinde yazılabilir.

Jeoid yüksekliğine ait uzun dalga boylu sinyaller (N1belirli bir dereceye kadar olan katsayıların oluşturduğu jeopotansiyel modelin sonlu küresel harmoniklerde kullanımı ile elde edilebilir (lmax).
Bu eşitlikte ;
GM : Yer kitlesine ait sabit Newton çekim kuvveti
gNormal gravite
DC, DS : Jeopotansiyel modelin küresel harmonik katsayıları
q, lKutup mesafesi ve jeosentrik boylam
Plm (.) : Legendre fonksiyonları
a : Elipsoidin yarı büyük ekseni
r : Yer vektörünün boyu
anlamındadır.

2.3. Kolokasyon ve İntegrasyon Metodlarının Kombinasyonu Modeli
Bu metodda s= CSX Cxx-1eşitliğinden hesaplanan nokta etrafındaki küçük bölgede NDg’nin tahmini için kullanılır ve ayrıca geri kalan bölgede küresel yaklaşımda Stokes eşitliğinden yararlanılır:
Burada:
 S(y) : Stokes fonksiyonu
 yküresel mesafe
 a : y’nin jeodezik azimutu
 R: Dünya’nın ortalama yarıçapıdır.

3) Astrojeodezik Yöntem İle Jeoid Yüksekliği Belirleme

Fiziksel yeryüzündeki bir P noktasından geçen çekül eğrisi ile yine aynı noktadan geçen elipsoid normali e kadar birbirlerinden saparlar. Bu farka çekül sapması denir ve
e = xcosa + hsina                                                          
eşitliği ile ifade edilir.
aKesit boyunca azimut
x , hAstrojeodezik çekül sapmasının Kuzey – Güney ve Doğu – Batı bileşenleridir.
Astrojeodezik jeoid belirleme yönteminde çekül sapması bileşenleri, aynı noktaya ait jeodezik ve astronomik koordinatların karşılaştırılması ile elde edilir. Bu işlemde j, l jeodezik enlem ve boylam; f, L astronomik enlem ve boylam olmak üzere şu eşitlikler kullanılır:
x= f - j                                                                 
h= (L-l) cosj                                                                          
Başlangıç noktası A’da jeoid yüksekliği biliniyor ise (NAAB profili boyunca N değeri
eşitliğiyle hesaplanır.

4) GPS/NİVELMAN Yöntemiyle Elde Edilen Verilerden Yararlanarak, Analitik Bir Yüzey Geçirerek Geometrik Olarak Jeoid Yüksekliği Belirleme

Elipsoidal yüksekliklerin ve ortometrik yüksekliklerin her ikisinin de bilindiği noktaların mevcut olduğu durumlarda, GPS/NİVELMAN jeoidi belirlenirken yükseklik eğrili haritaların yapımı için bu noktalardan bir yüzey geçirilir. Yüzey geçirilmesiyle elde edilen model, ara noktaların jeoid yüksekliklerinin belirlenmesinde de kullanılır. Ara noktaların elipsoidal yükseklikleri GPS ile bulunur. Modelle ortometrik yükseklik elde edilir. Bu işlem astrojeodezik yönteme benzer. Her iki yöntemde de gözlemden kaynaklanan hatalar dışında en yüksek hassasiyet, jeoidin düzgün olduğu alanda bulunan birbirine 3-5 km istasyonlar arasında yapılan uygulamalarda elde edilir.

4.1. Polinomlar İle Yüzey Oluşturma
eşitliği genel yüzey eşitliğidir. n sayısı 1 ise geçirilen yüzey bi-lineer, 2 ise bi-quadratik ve 3 olduğunda bi-kübik spline adını almaktadır. Bi-lineer yüzeyde ortak nokta sayısı (elipsoit ve ortometrik yüksekliği belli) en az 4, bi-quadratik yüzeyde en az 9 ve bi-kübik spline yüzeyde en az 16 olmalıdır. Ortak nokta sayısının bu değerlerden fazla olması durumunda yüzeyi belirleyen parametreler en küçük kareler yöntemine göre dengeleme ile hesaplanır. Üstteki eşitlikteki ai değeri spline katsayısını, x ve y değerleri sözkonusu noktanın Gauss koordinatlarını ifade eder (İnal, 1996). Polinomun derecesi dayanak nokta sayısına bağlı olarak belirlenir. En yüksek dereceden başlayarak bulunan katsayıların istatik testlerle signifikant olup olmadıkları belirlenerek kesin sonuç bulunur. Derece önceden belirlenemez. Derece; nokta sayısı, doğruluk, jeoidin özelliğine bağlı olarak oluşur.

4.2. İnterpolasyon Yöntemleri

Arazi üzerinde dağılmış, koordinatları (x, y, z) bilinen noktalara “Dayanak Noktaları” adı verilir. Belirtilen arazinin bulunduğu koordinat sisteminin yatay düzleminde düzgün ve yeter sıklıkta bir ağ oluşturulur. Dayanak noktaları bu ağın içinde ve dışında dağılmış durumdadırlar. Daha sonra ağın köşe noktalarının yükseklikleri çeşitli interpolasyon yöntemlerinin herhangi birinden yararlanılarak hesaplanır. Böylelikle arazi sayısal olarak belirlenmiş olur.
İnterpolasyon n boyutlu Pi noktalarındaki m boyutlu vektörleri kullanarak n boyutlu Pk noktalarındaki m boyutlu bilinmeyen vektörlerinin hesaplanması işlemidir. n boyutlu Pi 

noktalarına dayanak uzayı adı verilir. Sayısal arazi modellerinin interpolasyonu probleminde dayanak uzayının iki boyutu (x, y), vektörlerin bir boyutu (z) vardır.

Uygulamada en küçük parçalardaki polinomlarla interpolasyon ve kayan yüzey yardımıyla interpolasyon yöntemleri kullanıldığından yalnızca bu iki interpolasyon yöntemi irdelenecektir.

4.2.1 En Küçük Parçalardaki Polinomlarla İnterpolasyon
Bu yöntemin en genel karakteri, her bir yerel yüzeyin aynı anda hesaplanmasıdır. Dayanak noktaları düzlemi eşit kare veya dikdörtgen parçası üzerindeki yüzeyler tüm bölgede sürekli ve düzgün olacak biçimde düşük dereceden polinomlarla gösterilir.

Eşit kare parçalarındaki yerel polinomlar;
şeklindedir.

Her bir kare bölgesindeki yüzey üstteki eşitlik şeklindeki yüzey fonksiyonu ile gösterilir. Birim karelerin her noktasında yüksekliğe ek olarak y ve x eksenleri doğrultusundaki eğimler de hesaplandığından her bir kare bölgesi için 12 değer bulunmuş olur. Bu değerlerle 12 katsayılı,
Z=a00+a01y+a02y2+a03y3+a10x+a11xy+a12xy2+a13xy3+a20x2+a21x2y+a30x3+a31x3y
şeklinde bikübik bir polinom belirlenebilir. Bu polinom birim karenin köşe noktalarındaki yükseklikler veya eğimlerden hesaplandığından komşu karelerdeki polinomların fonksiyon değerleri sınırlar boyunca aynı olur.

4.2.2. Kayan Yüzey Yardımı İle İnterpolasyon

İstenilen bir noktanın yüksekliği çevresinde bulunan dayanak noktalarından hesaplanan bir yüzeyden elde edilir. Bu yüzeyin konum ve şekli, bir noktadan diğer bir komşu noktaya değiştiğinden “Kayan Yüzey” olarak tanımlanır. Koordinat sisteminin başlangıcı olarak yüksekliği hesaplanacak nokta alınırsa, bu yüzeye ait,
m’nci dereceden polinomun sabit terimi a00 interpole edilecek noktanın yükseklik değeri olur.
aijkatsayıları, m yüzeyin derecesini göstermektedir. Yüzeyin aij katsayılarının hesabı için hata denklemleri,
şeklindedir. Burada xn, ynn’nci dayanak noktasının koordinatlarını, xve yo yüksekliği hesaplanacak olan noktanın koordinatları, Zn n’nci dayanak noktasının yüksekliğini ifade etmektedir. Ağırlık olarak,
wn = ( (xn – xo)2 + (yn-yo)2 )-k       
eşitliği kullanılır. Burada n indisi dayanak noktalarını, o indisi interpole edilecek noktayı göstermektedir.
Hata denklemleri matris gösterimi ileşeklindedir. Burada, xn ve yn koordinatlarını içeren katsayılar matrisi, aij katsayılarını içeren bilinmeyenler vektörüise, dayanak noktalarının Zn yükseklik değerlerini içeren ölçüler vektörüdür. Buradan,olarak elde edilen normal denklemlerden, aij katsayılarını içeren bilinmeyenler vektörü,
eşitliği ile hesaplanır.

5) Sonlu Elemanlarla Jeoid Yüksekliği Belirleme

Son yıllarda özellikle Avrupa’da kullanılan, uygulama olanağı oldukça fazla olan bir yöntemdir. Sonlu elemanlar yöntemi; sürekli bir sistemi problemin karakterine uygun sonlu elemanlara ayırarak daha sonra bu elemanların birleştirilmesi tarzında bir uygulama getirir. Jeoid yüksekliği belirlenecek alan parçalara ayrılarak, bu parçalarda interpolasyon yapılır ve komşu parçaları birleştiren düğüm noktalarında süreklilik sağlanır. Sonlu eleman ağının parçalarına ait düğüm noktaları, jeodezik ağın noktalarından farklı olabilir.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

0 NETCAD İmar Uygulaması






18 Temmuz 2014 Cuma

0 Uzaktan Algılamada Yeryüzünün Etkileri

Atmosfer tarafından dağıtılmayan veya emilmeyen enerji, dünya yüzeyine ulaştığında önemli derecedeki bir engelleme ile karşılaşır. Enerji dünya yüzeyine çarptığında ve geldiğinde (I); emme (Absorption: A), Geçme veya aktarma (Transmission: T) ve yansıma (Reflection: R) olarak adlandırılan 3 tip etkiye maruz kalmaktadır. Gelen enerji yer yüzeyinde 3 tip etkiden biri veya daha fazlası ile karşılaşmaktadır. Bunlardan her birinin etkileme oranı; enerjinin dalga uzunluğuna, yüzeydeki materyale ve şartlara bağlı olarak değişmektedir. Yansıyan veya emilen enerji, algılayıcılar tarafından yapılan ölçümlerle ve kaydedilen sayısal numaralar (DN) vasıtasıyla direk olarak kontrol edilebilmektedir. Farklı materyaller, farklı miktarlardaki enerjiyi yansıtır, emer ve aktarır. Bu farklılıklar, görüntüdeki farklı özelliklerin belirlenmesine olanak sağlamaktadır.
Şekil 1 - Dünya yüzeyinin 3 tip engellemesi I: Gelen enerji A:Emilen enerji T: Geçen / aktarılan enerji R: Yansıyan enerji
EMME:
Güneş ışınları hedefe çarptığında, materyalin kimyasal bileşimi veya molekülleri kapsamındaki atomların çekimi nedeniyle emilir. Elektromanyetik tayfın emilen bu kısmı algılayıcıya dönmez. Emilen tayf (absorption spectra) olarak adlandırılan bu tip dalga uzunlukları, görüntülenen saha hakkında birçok bilgiyi içermektedir.
GEÇME / AKTARMA:
Yansımayan veya emilmeyen enerji, materyalin bir uçundan girip diğer uçuna doğru gitmektedir. Elektromanyetik tayfın bu kısmı algılayıcıya dönmemektedir.
YANSIMA:
Enerjinin tümü veya bir kısmı yüzeye çarptığında yön değiştirerek tekrar atmosfere döner. Yansıma olarak isimlendirilen bu husus sensörler tarafından algılanarak kaydedilir. Hedefe çarpan enerji; düzgün yansıma (specular reflection) ve dağınık yansıma (diffuse reflection) şeklinde olmaktadır. Yüzeyin ayna gibi düz olması durumunda, gelen enerji yüzeye vurduğunda, normal ile yaptığı açıya eşit bir açı ile yansır. Gelen enerji düz olmayan yani pürüzlü bir yüzeye çarptığında ise, gayri muntazam ve muhtelif yönlerde yansıyarak atmosfere geri döner. Dünya yüzeyindeki pek çok özellik ya düzgün veya dağınık yansıma yapmaktadır. Bu yansımalar gelen ışının dalga boyuna ve yüzeyin yapısına bağlı olarak değişmektedir. Şayet dalga boyu yüzeyi oluşturan varyasyonlardan veya zerrelerin ebadından daha küçük ise dağınık bir yansıma meydana gelir. Örneğin ince taneli kumlar uzun dalga boyundaki microwave bölgede oldukça düzgün, görünen ışık bölgesinde ise tamamen kaba tarzda görünmektedir.
 
Şekil 2 - Düzgün ve dağınık yansıma
Yaprakların kimyasal yapısındaki klorofil, kırmızı ve mavi dalga boylarında enerjiyi, güçlü bir tarzda emerken, yeşil rengi yansıtmaktadır. Yaz aylarında yaprakların azami klorofili içermesi nedeniyle bunlar bize, yeşilimsi renkte görünürler. Sonbaharda yapraklardaki klorofil daha azdır ve daha az emme ve kırmızı dalga boyunda daha fazla yansıma yaparlar. Bunun sonucu olarak kırmızı veya sarı renkte görüntü verirler. Sağlıklı yapraklar içeren yapısı nedeniyle, yakın infrared dalga boyunda mükemmel bir dağınık yansıtıcı işlevini yapmaktadır. İnsan gözü yakın infrared bölgeye hassas ise, bu tip yapraklara sahip ağaçlar, bize oldukça parlak bir görüntü sunarlar. Bu özelliği göz önüne alan fen adamları, yakın infrared bölgedeki bu yansımayı ölçerek ve analiz ederek bitkilerin sağlıklı veya sağlıksız oluşunu belirlemişlerdir.
Şekil 3 - Sağlıklı ve sağlıksız bitkilerin yaydığı tayf sinyalleri
Su; uzun dalga boyu görünen ışık ve yakın infrared bölgelerinde, kısa dalga boyu görünen ışık bölgesine göre daha fazla emme yapmaktadır. Böylece su, kısa dalga boylarında yaptığı güçlü bir yansıma nedeniyle mavi veya mavi-yeşil renkte, kırmızı veya yakın infrared dalga boylarında ise daha koyu renkte görünmektedir. Su gövdesinin yukarı tabakalarında katı partiküller veya tortusal maddeler (S) varsa, daha iyi yansıma yapmakta ve daha parlak bir görüntü vermektedir. Su içinde asılı gibi duran bu maddeler, birbirine benzer iki doğa olayının etkisi ile sığ fakat temiz suların karıştırılmasına sebep olmaktadır.
Su yosun içeriyorsa, yosundaki klorofil, mavi dalga boyunu daha fazla emer ve yeşil dalga boyunu yansıtır. Bu özellik suyun daha yeşil görünmesine neden olur. Su yüzeyi düzgün veya dalgalı veya yüzer maddeleri içeriyorsa, suyun rengi ve parlaklığının değerlendirilmesi oldukça zordur.
Şekil 4 - Yaprakların ve suyun muhtelif dalga boylarındaki emme ve yansıma özellikleri
Yukarıda belirtilen yaprak ve suyun farklı dalga boylarında yaptıkları emme, yansıma ve geçirme özelliği, dünya üzerindeki mevcut tüm materyaller için kendilerine özgü tarzda farklılıklar göstermektedir.
Bu önemli özellik, materyallerin elektromanyetik tayfa olan tepkisi (spectral response) ve meydana getirdiği tayf sinyalleri (spectral signature) vasıtasıyla birbirlerinden ayrılmalarına olanak sağlamaktadır. Materyallerin birbirinden ayrılmasını dolayısıyla tanınmasını sağlayan tayf tepkileri ve tayf sinyalleri konusunun daha iyi anlaşılması, aşağıda verilen 2 örnek ile açıklanmıştır.
ÖRNEK 1: Su ve bitkiler elektromanyetik tayftaki muhtelif dalga boylarına farklı tepkiler vermekte ve birbirinden farklı sinyaller yayımlamaktadır.
Şekil 5 - Bitki ve suyun tayf tepkileri
ÖRNEK 2: Çam ormanı, otlak, kırmızı toprak ve çamurlu suyu içeren 4 genel satıh materyalli bu örnekte; kayanın, yeşil bitkilere nazaran bazı dalga boylarında daha fazla enerji yansıttığı, diğer dalga boylarında ise daha fazla emme yaptığı görülmektedir.
Temelde, çeşitli tipteki yüzey materyalleri, onların yaptığı farklı yansımalardan istifade edilerek tanınmaktadır. Bu farklılıkları, dalga boyunun bir fonksiyonu ve aydınlatmanın yoğunluğu olarak ölçmek için bazı uygun metotlar bulunmakta ve kullanılmaktadır.
Şekil 6 - Çam ormanı, otlak, kırmızı toprak ve  çamurlu suyun yansıma sinyalleri
Şekil 7 - 0.55 ve 0.85 micrometer dalga uzunlukları üzerindeki yansıma oranı plotu
Bu dört materyalin meydana getirdiği sinyal eğrileri, dalga uzunluğu ve yansıma oranını içeren grafikler üzerinde gösterilebilmekte ve dalga uzunluğuna göre plot edilebilmektedir. Görünen ışık ve yakın infrared bölgelerini içeren şekil-29’daki grafik ve şekil-30’daki plot üzerinde yapılan analizlerde aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır.

4 materyalin birbirinden ayrıldığı ve tanınabildiği dalga uzunlukları; görünen ışık bölgesinde 0.55 micrometer, yakın infrared bölgesinde ise 0.85 micrometer’dır.

4 materyalin iki dalga uzunluğundaki yansıma oranları, aşağıdaki tabloda belirtilen değerlerdedir.

DALGA UZUNLUĞU
(micrometer)

YANSIMA YÜZDESİ

ÇAM ORMANI
OTLAK
KIRMIZI
TOPRAK
ÇAMURLU SU
0.55
25
35
53
15
0.85
57
80
43
5
4 materyalin en fazla yansıma yaptığı dalga uzunlukları, aşağıdaki tabloda belirtilen değerlerdedir. (*) Çam ormanı, otlaktan biraz daha az yansıma yapmaktadır.

MATERYAL TİPİ
DALGA UZUNLUĞU
(micrometer)
ÇAM ORMANI
0.8-0.95 (*)
OTLAK
0.8-0.95
KIRMIZI TOPRAK
0.59
ÇAMURLU SU
0.57

Görünen ışık bölgesinde (0.6 mikron) kırmızı toprak, bitkilerden ve sudan daha fazla parlaklık, yakın infrared bölgesinde (1.2 mikron) ise bitkiler daha fazla parlaklık vermektedir.

Bu analizler, örneğin çok bantlı (mutispectral) görüntülerin içerdiği ikiden fazla dalga uzunlukları kullanılarak yapıldığında, materyallerin birbirinden ayrılması daha kolaydır.

Kaynak: İşlem GIS, Uzaktan Algılama Kitabı, 2002.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

0 NETCAD Poligon Hesabı

11 Temmuz 2014 Cuma

0 NETCAD Hacim (Kübaj) Hesabı

10 Temmuz 2014 Perşembe

0 Zemin İyileştirme Yöntemleri - Sıkıştırma Kazıkları

Kum sıkıştırma kazıkları yumuşak zeminleri iyileştirme tekniği olarak Japonya’da geliştirilmiştir. Bu teknik yumuşak zemin içerisinde titreşimli bir muhafaza borusu yardımıyla kum veya benzer bir malzeme kullanarak iyi sıkıştırılmış kum kazıklardan oluşmaktadır.

Kum Sıkıştırma Kazıkları (SCP) tekniğine ilişkin ekipman kum dren yerleştirme ekipmanına benzemektedir. Ekipman istenilen derinliğe ulaştıktan sonra, daha önceden belirlenen boydaki gevşek kum ekipmanın mili arasından boşaltılır ve ekipman biraz yukarı çekilir. Daha sonra milin üstündeki bir vibratör yardımıyla mil gevşek kumu sıkıştırır ve çapını artırır. Bu işlemin tekrar ettirilmesiyle sıkıştırılmış kum kazıkları oluşturulur ve ayrıca etraftaki zeminde sıkıştırılmış olur.

Zeminler kazık çakılması sonucu oluşan deplasmanlar yoluyla sıkıştırılabilir. Fakat, söz konusu bu teknik granüler zeminlere uygulandığında sıkıştırma, deplasmanlara ek olarak kazık çakımı esnasındaki titreşim hareketleri sonucunda da gerçekleşmektedir. Dolayısıyla elde edilen sıkıştırma derecesi sadece bu kazıkların aralıklarına değil aynı zamanda titreşim enerjisine de bağlıdır. Bu durumu ince daneli malzeme miktarı etkilemektedir; çünkü titreşimlerin yayılması ince malzemelerin etkisiyle sönümlenmektedir. Genel olarak, eğer ince malzeme miktarı %20’yi geçerse iyileştirme oranı azalacak ve kazıkların daha sık aralıklı yerleştirilmesi gerekecektir. Chung vd. (1987) titre imim sıkıştırma üzerine etkisinin olabilmesi için %35’lik bir ince daneli malzeme miktarı sınırı önermişlerdir. Sıkıştırma kazıkları yapısal kazıklar (ahşap ya da betonarme) olabileceği gibi kum sıkıştırma kazıkları da olabilir.

Yüksek deplasmanlı sıkıştırma kazıkları zemin içerisinde istenilen derinliğe kadar 0.5 m çapında bir kuyu açılıp, muhafaza borusu içinin boşaltılarak yerine her seferinde 100 kJ’dan fazla enerji verebilen bir şahmerdan yardımıyla sıkıştırılmış kumun doldurulmasından oluşmaktadır.
 
Sıkıştırma Kazıkları yapım aşamaları (Bell, 1993)

Yerleştirilen muhafaza borusu küçük miktarlar yukarı çekilir ve her yukarı çekişte bir miktar kum yerleştirilip sıkıştırılır. Dolayısıyla bu şekilde oluşturulan sıkıştırılmış kum kazığı muhafaza borusundan daha büyük çapta olmakta ve etrafındaki zemin de sıkıştırılmaktadır.

Franki tekniğiyle çakıl sıkıştırma kazıklarının yerleştirilmesi de benzer olup çakıl tıkaç veya sıfır çökme değeri olan beton ile kapatılmış bir tüpün şahmerdan yardımıyla zemin içerisine çakılmasından oluşur. Çakma esnasında tüp etrafındaki zemin yanal olarak sıkıştırılmaktadır. Tüp tasarım derinli ine kadar batırıldığında belli bir miktar çakıl veya kuru beton tüp içerisinden tabana yerleştirilir ve yüksek enerjili bir şahmerdan yardımıyla sıkıştırılarak geni iletilmiş bir taban oluşturulur. Daha sonra tüp aşamalı olarak geri çekilir ve bir miktar çakıl daha yerleştirilip sıkıştırılır ve sonuçta sıkıştırılmış bir çakıl kazığı oluşturulur. Kazık içerisine yerleştirilen çakılın miktarı ölçülerek çapı hesaplanabilir ve deplasman değerleri yardımıyla da etrafındaki zeminin yoğunluğunda meydana gelen artış belirlenebilir.

Bu kazıklar yapım aşamasından önce gerçekleştirilen testler sonucu belirlenen aralıklarla oluşturulur.

 
Sıkıştırılmış kum kazıkları oluşturma aşamaları (Tanimoto, 1973)

8 Temmuz 2014 Salı

4 Windows 8 Netcad Kurulumu


0 Coğrafya Harita ve Ölçek Pratik Anlatım

7 Temmuz 2014 Pazartesi

0 NETCAD En Kesit Boy Kesit Çizimi

5 Temmuz 2014 Cumartesi

0 NETCAD İmar Uygulama Örnek

0 Atmosferin Uzaktan Algılamaya Etkileri

Solar enerji sensöre, atmosferin içinden geçerek ulaşmaktadır. Atmosfer içindeki partiküller ve muhtelif gazlar bu enerjinin yayılmasını etkilemekte, diğer bir deyişle engellemektedir. Bu etkileme, dağılma (scattering) ve emme (absorption) tarzında olmaktadır.

(a) DAĞILMA:

Atmosferde mevcut olan partiküller ve gaz molekülleri enerji yayımını etkileyerek onun orijinal istikametini değiştirir. Meydana gelen dağılma; yayımın dalga boyuna, partikül ve gazların çokluğuna ve ışının atmosferde kat ettiği mesafeye bağlı olarak değişmektedir. Atmosferdeki dağılma; “Rayleigh”, “Mie” ve “nonselective” olarak adlandırılan tarzlarda olmaktadır.



Şekil 1 Atmosferin dağılma etkisi

(1) Rayleigh Dağılım:

Yayılan enerji, atmosferin üst kısımlarında, dalga boyundan daha küçük partiküllerle karşılaştığında, meydana gelen bir dağılma tipidir. Bu partiküller; toz zerrelerini, nitrojen ve oksijen moleküllerini içermektedir. Bu bölgede kısa dalga enerjisi uzun dalga enerjisine göre daha fazla dağılmaktadır.

Güneş ışını atmosferden geçerken görünen ışık bölgesinin en kısa dalga boyuna sahip olan mavi renk, aynı bölgedeki daha uzun dalga boylarını içeren yeşil ve kırmızı renklerden daha fazla dağılma meydana getirmektedir. Bu özellik, gökyüzünün mavi renkte görülmesini sağlamaktadır.

Güneş doğumu ve batımı zamanında ışık, öğle zamanına göre dünyanın küreselliği nedeniyle daha fazla yol kat etmekte ve kısa dalganın hemen hemen tamamı dağılmaktadır. Böylece uzun dalga kapsamındaki kırmızı rengin çok büyük bir kısmı atmosfere nüfuz ederek gökyüzünün kızıl renkte görünmesini sağlamaktadır.



Şekil 2 Uzun dalga kapsamındaki kırmızı rengin atmosfere etkisi

(2) Mie Dağılım:

Yayılan enerjinin dalga boyu, hemen hemen aynı ebatlardaki partiküllerle karşılaştığında, meydana gelen bir dağılma tipidir. Toz, polen, duman ve su buharı bu dağılmaya neden olan unsurlardır. Uzun dalga boyunu etkileyen bu dağılım, atmosferin alt kısımlarında, bulutlu hava şartlarında ve pek çok partikülün bulunduğu yerlerde oluşmaktadır.

(3) Nonselective Dağılım:

Yayılan enerji, dalga boyundan daha büyük partiküllerle karşılaştığında meydana gelen bir dağılma tipidir. Su damlaları ve büyük toz parçaları bu tip dağılmaya neden olmaktadır.

Dalga boyları takriben eşit olarak dağıldıklarından sis ve bulutlara sebep olurlar. Mavi, yeşil ve kırmızı ışığın eşit miktarda dağılması ve bunların birleşimi sonucunda beyaz renk oluştuğundan, bulutlar ve sis beyaz renkte gözükmektedir.



Şekil 3 Nonselective dağılım ve Atmosferin emmesi

(b) Emme:

Dağılmanın zıttı olan bu doğa olayı etkisiyle, muhtelif dalga boylarındaki enerji, atmosferdeki moleküller tarafından emilir ve sonuç da enerji belirli miktarda kaybolur.

Ozon, karbon dioksit ve su buharı atmosferin emme yapan 3 ana öğesidir. Bu ana öğelerin yanı sıra karbon monoksit, diazotmonoksit ve metan da belirli oranlarda emme yapmaktadır.

Ozon, güneşin yayımladığı zararlı ultraviolet ışınları emmekte ve dünya üzerinde koruyucu bir katman meydana getirmektedir. Bu katmanın olmaması halinde, güneş ışınlarının direk etkisi altında kalan insan derisi yanmaktadır.

Bitkilerden kaynaklanan korbondioksit, elektromanyetik tayfın termal ısı ile ilgili olan uzun infrared bölgesinde güçlü bir tarzda emilmektedir.

Atmosferdeki su buharı, uzun dalga Infrared ve kısa dalga microwave bölgelerinde (22µm-1µm) oldukça fazla emilmektedir. Alçak seviyelerdeki mevcut su buharı miktarı, senenin farklı zamanlarına ve farklı coğrafik bölgelerine göre değişmektedir.

Örneğin çöl bölgelerinin üzerinde enerjiyi emen su buharı miktarı oldukça az iken, tropik bölgelerde bu miktar oldukça yoğundur.

IR görüntülerini en fazla etkileyen su buharının muhtelif iklim bölgelerine ve irtifalara ba3’ lük su buharlı olarak yapını içeren atmosfer kuru ve ıslak incelemeleri sonucunda; 3.5 g/m hemen hemen tam geçirgen, tropik bölgelerdeki 19 g/m3’lük su buharına sahip atmosfer ise, nemli ve geçirmeyen olarak değerlendirilmiştir.




SU BUHARI MİKTARI (g / m3)

İRTİFA (Km)
TROPİK BÖLGE
ORTA
PARALELDE
YAZ MEVSİMİ
ORTA
PARALELDE
KIŞ MEVSİMİ
KUTBİ YAZ MEVSİMİ
KUTBİ KIŞ MEVSİMİ
ABD STANDARDI
0
19
14
3.5
9.1
1.2
5.9
1
13
9.3
2.5
6.0
1.2
4.2
2
9.3
5.9
1.8
4.2
0.94
2.9
3
4.7
3.3
1.2
2.7
0.68
1.8
Bunun sonucu olarak; açık ve nemli havalar için 3-5 µm bandında, puslu ve kuru havalar için 8-14 µm bandında çalışan sensörler ideal olarak kabul edilmiştir. Bu verilerin ışığı altında, Infrared görüntü algılanacak bölgelere ait engelleyici hususlar ile, mevsimsel iklim incelenmeli ve alınacak sonuçlara göre sensör seçilmelidir. 

Muhtelif gazların, tayfın çok özel bölgelerinde elektromanyetik enerjiyi emmeleri hususu, uzaktan algılama amaçları için ınfrared bölgesinde değerlendirildiğinde, 3-5 µm ve 8-14 µm dalga boylarındaki atmosferik pencerelerde en iyi algılamanın yapılacağı sonucuna erişilmektedir. Üreticiler bu gerçekten hareketle IR sensörleri, 3-5 veya 8-14 mikron dalga boylarında çalışacak şekilde imal etmişlerdir.

Dalga uzunluğu (µm)

Şekil 4 Muhtelif dalga uzunluklarındaki atmosferin emmesi

Dalga Uzunluğu (Micrometers)

 
Dalga Uzunluğu (Micrometers)

 
Dalga Uzunluğu (Micrometers)

Şekil 5 Elektronik tayfta muhtelif gazların ve su buharının yaptığı emme, atmosferik aktarım ve algılamaya olanak sağlayan atmosferik pencereler

Özet olarak uzaktan algılamada, elektromanyetik tayfın en etkin dalga uzunluklarını kullanmak büyük önem taşımaktadır. Tayfın, insan gözünün de algılayabildiği görünen ışık bölgesi, içerdiği atmosferik pencere ve güneş enerjisini tepe noktada kaydetmesi yönünden önem taşımaktadır. Dünya tarafından yayılan en iyi ısı enerjisi termal Infrared bölgedeki, takriben 10 µm dalga uzunluğundadır. Microwave bölgesinde ise, 1 mm dalga uzunluğunun ötesindeki büyük bir pencere, uzaktan algılamaya en iyi imkânı vermektedir.
 
Telif Hakkı © 2017 Tüm hakları saklıdır. HARİTA ONLINE
Bu site Blogger tarafından desteklenmektedir.