Yerkabuğu içindeki
kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde
yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına DEPREM denir.
Deprem Üreten Levha
Sınırları Dört Sınıfa Ayrılmaktadır.
OKYANUS ORTASI SIRTI: Isı
akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan
çıkan sıcak magma da okyanus sırtlarını oluşturmaktadır.
Taşkürenin altında
Astenosfer denilen yumuşak Üst manto bulunmaktadır. Burada oluşan kuvvetler,
özellikle ısı akımlarının nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve bir çok levhalara
bölünmektedir. Üst Manto’da oluşan ısı akımları, radyoaktivite nedeni ile
oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Isı akımları yukarılara yükseldikçe taş
yuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların
oluşmasına neden olmaktadır.
Halen 10 kadar büyük
levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla
birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre
insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler.
YİTİM ZONU: Levhaların
birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen
levhalardan biri aşağıya mantoya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını
oluşturmaktadır.
Dünyanın bir kesiti
alınırsa en içte kızgın ve erimiş metallerden oluşan yarı çapı 3600 km olan bir
çekirdek bulunur. Bu çekirdeğin üzerinde 2900 km kalınlığında pelte kıvamında
manto ve üstte 60-70 km kalınlıkta olan taş küre yer alır.
Taşküre üzerinde
yaşadığımız kıtaları, okyanus tabanlarını, dağlarını, ovaları ve vadileri
oluşturmaktadır. Taşküre pelte kıvamındaki manto üzerinde yüzer gibidir. Yerin
sıcaklığı derinlikte artar ve 100 km derinlikte 1000 C - 1500 C ; 700 km
derinlikte 2000 C civarındadır. Bu derinlik, en derin depremlerin oluştuğu
derinliktir. Çekirdekte ise sıcaklık 4000 C – 4500 C ulaşmaktadır. Yerin yüzey
kesimlerinde sıcaklık artma oranı 30 C / km civarında olup, bu oran derinlik
arttıkça azalmaktadır.
ÇARPIŞMA ZONU: Levhaların
birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, yan yana
gelince çarpışmakta ve çok yüksek sıradağlar oluşmaktadır.
İşte yer kabuğunu
oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları,
birbirlerinin üstüne çıktıkları yada altına girdikleri bu levhaların sınırları
dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.
YANAL DEĞİŞTİRME ZONU:
Çarpışan levhaların ön kesimlerinde yanal atımlı faylar oluşmakta ve iki blok
birbirine göre yatay yönde yer değiştirmektedir. Yerkabuğunu oluşturan kayaçlar
basınç altında kaldıkları zaman çeşitli şekillerde kırılırlar. Büyük ölçekli
kırılmalarda, kayaçlar dilimler halinde ve ufak parçalara ayrılırlar. Kayaçlar,
bu dilimler arasında gelişen yüzeyler boyunca göreceli olarak aniden kayarlar.
Doğada çeşitli ölçekteki
kayma yüzeyleri, (üzerinde deprem olan ve hareket eden iki levha yada levhacık
arasındaki ara yüzey) FAY olarak adlandırılır.
FAYLAR
Diri Fay: Tarihsel
dönemde deprem oluşturan tüm faylar diri fay olarak isimlendirilir. Bu fayların
dirilikleri sadece yazılı tarihsel kataloglardan değil aynı zamanda tarihi
yapıları etkileyen faylanma işaretlerinden de anlaşılabilir. Genç kuvaterner
çökellerini ( 2 milyondan daha yaşlı olmayan ) kesen faylar, ötelenmiş genç
akarsu yatakları, ötelenmiş akarsu – denizel şekiller, basınç sırtı yada
çöküntü gölcükleri, uzamış sırtlar gibi genç morfolojik şekiller oluşturmuş
faylar, diri faylardır.
FAY TİPLERİ
1- DOĞRULTU ATILIMLI FAY
Bu tip faylar yeryüzünde
90 dereceye yakın dik bir konumda olan ve yerin içine doğru hafifçe eğimlenen
yalnızca yatay atımın oluştuğu yanal atımlı faylardır. Bu faylar, atımlarına
göre sağ yada sol yönlü olabilirler. Kuzey Anadolu Fayı, sağ; Doğu Anadolu Fayı
ise sol yönlü doğrultu atımlı faylardır.
2 – NORMAL ATILIMLI FAY
Bu tip faylarda fay
düzleminin bir tarafındaki blok yükselirken diğer tarafındaki düşerek
uzaklaşır. Burada hareket yine göreceli olarak gelişmektedir. Bir başka
deyişle, bir blok yükselirken diğeri yerinde durabilir yada bir taraf yerinde
dururken diğer taraf düşebilir. Örneğin; 1970 Gediz ve 1995 Dinar depremi ile
ilgili faylar normal atılımlı faylardır.
3 – TERS ATILIMLI FAY
Bu tip faylarda düşey
atımlı faylar olup, yalnızca fay düzlemi boyunca hareket eğim yönüne göre ters
yönde olmakta ve bloklar birbirine göre yaklaşmaktadır. Örneğin; 1975 Lice
depremi ile ilgili faylar ters atımlı faylardır.
4- VEREV ATILIMLI FAY
Fay düzlemi boyunca
hareketin ham düşey hem de yatay yönde olduğu faylardır.
FAY VE YAPILAŞMA
Zemin hareketleri, fay
yakınında çok şiddetli olacak diye mutlak bir kural yoktur. Diğer yandan bir
faydan ne kadar uzaklaşırsanız diğer faya o kadar çok yakınlaşırsınız. Orta
büyüklükteki depremlerde hasar yapma uzaklığı faylar arasındaki ortalama
uzaklıktan daha fazladır. 17 Ocak 1995 Kobe, 1 Ekim 1995 Dinar ve özellikle 17
Ağustos 1999 İzmit körfezi ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde fayın her iki
tarafından 50 m – 100 m uzaklıklarda önemli hasara rastlanılmamıştır. Buralarda
hasar olmama durumları bir çok faktörlere bağlıdır. Her şeyden önce dalgaların
yayılması ve yerel zemin şartlarına bağlıdır. Örneğin suya bir taş atıldığında,
taşın düştüğü yerde ( merkezde ) dalga genlikleri ve yarıçapları daha küçüktür.
Merkezden uzaklaştıkça dalga genlikleri artar. Bu nedenle odak noktasından
çıkan dalgalar, daha uzaklarda birbiriyle çakışarak daha şiddetli etkilere
sahip olmaktadır.
Öte yandan faylanmadan
ileri gelen hasar olasılığı, sarsıntıdan kaynaklanan hasara göre çok küçüktür.
Yüksek şiddet sarsıntı alanının çok küçük bir bölümü, faylanma ile ilgilidir.
Bir başka deyişle yüzey faylanması ile ilgili alan, MM VIII – IX şiddet
derecesinin çok küçük bir yüzdesine sahiptir. Sadece fayı enine geçen yapılar
özellikle galeri, otoyol, metro, tünel, baraj, sulama kanalları, doğal gaz boru
hatları, petrokimya rafineleri hidrolik santraller ve nükleer reaktörler gibi
büyük mühendislik yapıları çok yüksek risk taşırlar. Bu nedenle bu tür büyük
mühendislik projelerinin muhtemel bir fayın üzerinde yada paralel olup olmadığı
veya fay hatlarından ne kadar uzaklıklarda bulunduğu çok ayrıntılı olarak
araştırılması gerekir. Bununla birlikte örneğin düz bir arazide fayı enine
geçmesi zorunlu olan otoyol yada tren yolu gibi çizgisel mühendislik
yapılarının kısa bir bölümü faylanmadan etkilenecektir. Fakat dağlık bir
bölgede bu yapılar sadece faydan değil aynı zamanda heyelan gibi kaymalardan da
ağır derecede hasar görecektir. Ancak bir sulama tünelinde faylanmadan dolayı
hasar çok ciddi olabilir. Çünkü tektonik hareketlerden yani yer değiştirmelerden
dolayı fay bloğunun bir tarafı diğerine göre yükselecektir. Bu da suyun tamamen
boşalması anlamına gelir. Diğer taraftan tünellerde faylanmadan dolayı hasar
küçük ve sınırlı olabilir. Fakat tektonik yükselimle doğal akıntıların
engellenmesi nedeniyle tünelin büyük bir bölümü kullanılamaz hale gelir.
Dünyada oluşmuş büyük depremlerden elde edilmiş istatistikler depremde, faylanmadan ileri gelen hasarın sadece % 5 olduğunu; buna karşılık zeminden ( yerel jeolojik yapıdan ) ileri gelen hasarın ise % 95 olduğunu göstermiştir. Depremde fayın hemen yakınındaki az katlı binalar yıkılmazken faydan onlarca – yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan binalar yıkılmaktadır.
DEPREM TÜRLERİ
KÖKENLERİNE GÖRE
1- Tektonik Depremler:
Levha hareketleri sonucu olan depremlerdir.
2- Volkanik Depremler:
Volkanik patlamalar sırasında olan depremler
3- Çöküntü Depremleri:
Yer altındaki boşlukların çökmesi sonucu oluşan depremler
4- İnsanların Neden
Oldukları Depremler
DERİNLİKLERİNE GÖRE
1- Sığ Depremler: 0- 70
km
2- Orta Derinlikte Depremler:
70 – 300 km
3- Derin Odaklı Depremler:
300 – 700 km
UZAKLIKLARINA GÖRE
1- Yerel Deprem: 100
km’den daha az
2- Yakın Deprem: 100 km –
1000 km arası
3- Bölgesel Deprem: 1000
km – 5000 km arası
4- Uzak Deprem: 5000
km’den daha çok
BÜYÜKLÜKLERİNE GÖRE
1- Çok Büyük Depremler: M
> 8.0
2- Büyük Depremler: 7.0
< M < 8.0
3- Orta Büyüklükte Depremler:
5.0 < M < 7.0
4- Küçük Depremler: 3.0
< M < 5.0
5- Mikro Depremler: 1.0
< M < 3.0
6- Ultra Mikro – Depremler:
M < 1.0
DEPREM PARAMETRELERİ
Herhangi bir deprem
oluştuğunda, bu depremin tariflenmesi ve anlaşılabilmesi için “DEPREM
PARAMETRELERİ” olarak tanımlanan bazı kavramlardan söz edilmektedir. aşağıda
kısaca bu parametrelerin açıklaması yapılacaktır.
ODAK NOKTASI ( HİPOSANTR
)
Odak noktası yerin içinde
depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır. Bu noktaya odak noktası veya iç
merkez de denir. Gerçekte, enerjinin ortaya çıktığı bir nokta olmayıp bir
alandır, fakat pratik uygulamalarda nokta olarak kabul edilmektedir.
DIŞ MERKEZ ( EPİSANTR )
Odak noktasına en yakın
olan yer üzerindeki noktadır. Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı
veya en kuvvetli olarak hissedildiği noktadır. Aslında bu, bir noktadan çok bir
alandır. Depremin dış merkez alanı depremin şiddetine bağlı olarak çeşitli
büyüklüklerde olabilir. Bazen büyük bir depremin odak noktasının boyutları
yüzlerce kilometreyle de belirlenebilir. Bu nedenle “Episantr Bölgesi” yada
“Episantr Alanı” olarak tanımlama yapılması gerçeğe daha yakın bir tanımlama
olacaktır.
ODAK DERİNLİĞİ
Depremde enerjinin açığa
çıktığı noktanın yeryüzünden en kısa uzaklığı depremin odak derinliği olarak
adlandırılır. Türkiye’de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve
derinlikleri 0km - 60 km arasındadır. Orta ve derin depremler daha çok bir
levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur. Derin depremler çok
geniş alanlarda hissedilir. Buna karşılık yaptıkları hasar azdır. Sığ depremler
ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler.
MİKRODEPREM
Büyüklüğü M = 3 ve daha
küçük olan depremler mikro deprem olarak isimlendirilir. Mikro depremler,
genellikle yer kabuğunun üst kesimlerinde oluşurlar. Bu depremler zemin
gürültüleri şeklinde de gelişebilirler. Bu nedenle bu tür depremler öncü yada
artçı depremlerle kolaylıkla karıştırılabilir. Büyük bir depremden önce, bu tür
depremlerin normal zemin gürültüsü mü yoksa öncü bir deprem mi olduğuna karar
vermek çok güçtür. Örneğin baraj ve yapay göl gibi büyük su kütleleri inşa edildikten
sonra o bölgede artan mikro deprem etkinliği bu tür depremleredir.
DEPREM FIRTINASI
Sınırlı bir bölgede bir
hafta yada birkaç hafta süresince çok sayıda oluşan mikro depremler deprem
fırtınası olarak isimlendirilir. Deprem fırtınası diğer bir enerji boşalım
yoludur. Deprem fırtınası bir ana şokun varlığını belirtmez ve en fazla sayıya
ulaşıncaya kadar sürekli artar ve sonra yavaş yavaş azalır. Örneğin 1978
Kasım’ında Meloy kentinde ( Norveç ) başlayan bir deprem fırtınası 1979 Ocak
sonuna kadar devam etmiştir. Bu zaman süresince yakındaki istasyonlardan
büyüklüğü 3.2 ve daha küçük 10 000 deprem kaydedilmiştir. En fazla olduğu gün
maksimum 800 deprem kaydedilmiştir. ( Bungum vd. 1982 ). Bununla birlikte
deprem fırtınaları, genellikle bir gün içinde birkaç bin küçük deprem oluşumu
şeklinde görülür. Bu tür depremler, volkanik bölgelerde çok sık olarak
gözlenir.
ŞİDDET
Herhangi bir derinlikte
olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak
tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle depremin şiddeti onun yapılar, doğa ve
insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki depremin büyüklüğü, odak
derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi
değişik olabilmektedir. Şiddet depremin, kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru
bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen
etkenlere bağlı olarak yansıtır.
Depremin şiddeti,
depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu
deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan “Şiddet Cetvelleri” ne göre
değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle “Deprem Şiddet Cetvelleri” depremin
etkisinde kalan canlı ve cansız her şeyin depreme gösterdiği tepkiyi
değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her şiddet derecesindeki
depremlerin insanlar, yapılar ve arazi üzerinde meydana getireceği etkileri
belirlemektedir.
Bir deprem oluştuğunda,
bu depremin herhangi bir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana
gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler şiddet cetvelinde hangi şiddet derecesi
tanımına uygunsa, depremin şiddeti, o şiddet derecesi olarak değerlendirilir. Örneğin;
depremin neden olduğu etkiler, şiddet cetvelinde VIII şiddet olarak tanımlanan
bulguları içeriyorsa, o deprem VIII şiddetinde bir deprem olarak tariflenir.
Deprem Şiddet cetvellerinde, şiddetler romen rakamıyla gösterilmektedir.
Şiddeti V ve daha küçük olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana
getirmezler ve insanların depremi hissetme şekillerine göre değerlendirilirler.
VI – XII arasındaki
şiddetler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği hasar ve arazide
oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak
değerlendirilmektedir.
MANYİTÜD ( BÜYÜKLÜK )
Deprem sırasında açığa
çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya
ölçülmesi imkanı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri’nden Prof. C.Richter
tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü
olan “Manyitüd” tanımlanmıştır. Prof. Richter, episantrdan 100 km uzaklıkta ve
sert zemine yerleştirilmiş özel bir sismografla ( 2800 büyütmeli, özel periyodu
0.8 saniye ve % 80 sönümü olan bir Wood – Anderson torsiyon Sismografı ile )
kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden ( 1 mikron 1/1000 mm ) ölçülen
maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin “manyitüdü”
olarak tanımlanmıştır. Bugüne kadar olan depremler istatistik olarak
incelendiğinde kaydedilen en büyük manyitüd değerinin 8.9 olduğu görülmektedir.
( 31 Ocak 1996 Colombiya – Ekvator ve 2 Mart 1933 Santriku Japonya depremleri )
Manyitüd, aletsel ve
gözlemsel manyitüd değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir.
Aletsel manyitüd,
yukarıda da belirtildiği üzere, standart bir sismografla kaydedilen deprem
hareketinin maksimum genlik ve periyod değeri ve alet kalibrasyon
fonksiyonlarının kullanılması ile yapılan hesaplamalar sonucunda elde
edilmektedir. Aletsel magnitüd değeri, gerek hacim dalgaları ve gerekse yüzey
dalgalarından hesaplanılmaktadır.
Depremlerin şiddet ve
manyitüdleri arasında bir takım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu
bağıntılardan şiddet ve manyitüd değerleri arsındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi
verilebilir.
Şiddet – Büyüklük
Karşılaştırılması
Şiddet
|
IV
|
V
|
VI
|
VII
|
VIII
|
IX
|
X
|
XI
|
Richter Manyitüdü
|
4
|
4.5
|
5.1
|
5.6
|
6.2
|
6.6
|
7.3
|
7.8
|
ÖNCÜ VE ARTÇI DEPREMLER
Büyük bir deprem çok
ender olarak tek sarsıntıdan oluşur. bazen büyük bir depremden ( ana şok ) birkaç
gün yada birkaç hafta önce, ana şok yakınında küçük sarsıntılar olabilir.
Bunlara “öncü depremler” denir. örnek olarak 22 Mayıs 1971 Bingöl depreminden
bir gün önce olan deprem bu depremin “öncü depremi” olmuştur. Bu deprem daha
sonra büyük deprem olduğu için öncü deprem olarak nitelendirilmiştir. Eğer
arkasından bu büyük deprem olmasaydı o zaman o deprem kendi başına bir deprem
olarak nitelenecekti. 1 Ekim 1995 Dinar depreminden önce olan depremlerde
“öncü” depremlerdir.
Büyük bir depremden sonra
aylarca sürebilen, ana sarsıntıdan daha küçük ve giderek araları açılan ve
büyüklükleri azalan bir dizi sarsıntılar olmaktadır. Bunlara da “artçı
depremler” denir. Artçı sarsıntılar ana sarsıntıdan yırtılan fay hattı
üzerindeki değişik yerlerdeki gerilmeleri devam eden yeniden dağılımı nedeni
ile oluşmaktadır. Ana fay bölgesi yada hattı üzerindeki jeolojik yapı değişken
olduğu için, birikmiş bütün enerji tek büyük sarsıntı ile boşalmaktadır ve
enerji boşalması ve gerilmelerin yeniden dağılımı sürekli olarak devam etmekte
ve büyük bir depremin arkasından yüzlerce hatta binlerce daha küçük deprem
günlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilmektedir. Düşey atımlı
faylarla ilgili depremlerde artçı sarsıntılar daha uzun sürmektedir. 1970 Gediz
ve 1995 Dinar depremlerinin artçıları çok uzun sürmüştür. Gediz depreminde 1
yıl kadar.
Artçı sarsıntılar
genellikle ana sarsıntıdan daha küçük manyitüdlü olmaktadır. Ana sarsıntıdan
etkilenen bazı yapıların hasarı, büyükçe manyitüdlü artçı depremlerde daha da
artabilir hatta artçı depremler hasarlı yapıları yıkabilir. Özellikle ilk
sarsıntıda yıkılmaya çok yaklaşmış yapılar çok sayıda olan artçı sarsıntılarda
hızla yıkılmaya geçebilir. Ana sarsıntıdan sonra olan en büyük artçı
sarsıntının manyitüdü çoğunlukla ana sarsıntıdan 1 ölçek daha küçük olmaktadır.
SIVILAŞMA
Yüzeye yakı kum
tabakalarında, kum tanecikleri arasındaki boşluklara ani sismik kuvvet ( deprem
şoku ) uygulandığı zaman, taneciklere arasındaki denge bozulur ve kum ile
birlikte su yüzeye doğru hareket ederek zemin yüzeyine çıkmaya başlar. Bu olaya
sıvılaşma adı verilir. Sıvılaşma sonucu kum su ile birlikte hareket ederek
zemin sıvı gibi davranmaya başlar. Böylelikle sıvılaşmış zemin üzerinde bulunan
binalarda ( depreme dayanıklı olarak yapılsa bile ) yana yatmalar ve
devrilmeler olur. Sıvılaşma sonucu kanalizasyon, içme doğal gaz boru hatları ve
iletişim kabloları parçalanır ve kırılırlar.
SIVILAŞMA ORTAMLARI
Sıvılaşma deniz
kenarlarında özellikle körfez çamurları ile kıyı düzlüklerinde, akarsuların özellikle
menderesli akarsuların taşkın ovası düzlüklerinde ve gölsel çökellerde yaygın
olarak gözlenir.
1964 Nigaata ( Japonya ),
1967 Mudurnu Vadisi, 1970 Gediz, 1989 Lorna Prieta (Kalifonniya ), 1995 Kobe (
Japonya ), 1998 Ceyhan – Misis ve 1999 İzmit körfezi depremleri sıvılaşmanın
olduğu en çarpıcı örneklerdir. Sıvılaşmış zeminlerdeki yapılar suda yüzen
gemilere benzerler.
17 Ağustos 1999 İzmit
körfezi depreminde, Adapazarı kent merkezindeki hasarın büyük olmasının nedeni
sıvılaşmadan ileri gelmiştir. Sıvılaşma sonucu kent merkezinde, Kavaklı
caddesi, Sakarya caddesi ve binaların zemin katları ise zemin içine
gömülmüşlerdir. Diğer yandan bir çok binada yan yatmalar ve devrilmeler
olmuştur. Binalar temellerinden sökülerek devrilmiş ve komşu binaların üzerine
doğru yatmaya başlamışlardır. Farklı yönlere doğru yan yatma ve devrilmeler,
bazı binaların ayakta kalmasını sağlamıştır. Ayrıca, benzer küçük boyutta
sıvılaşma olayları, Akyazı, Düzce ve Gölyaka’da gözlenmiştir.
Sıvılaşmaya Karşı
Yapıları Korumak İçin:
· Binaların altındaki
zeminlerin kazıklarla sıkıştırılması
· Bina temelini
sıvılaşabilecek zeminin altındaki sağlam zemine oturtulması
· Binanın altına ağır ve
kalın bir bodrum yapılması, Sıvılaşabilecek zemine kimyasal maddeler içerimi ve
titreşimler vererek sabitleştirilip sıkıştırılması gibi önlemler alınabilir.
Elverişli koşullarda
sıvılaşma sonucu zemin yarı – sıvı gibi davranmaya başlar ve zemin üzerinde
bulunan nesneler zeminin içene gömülür, binalar belirgin şekilde bir tarafa
doğru yatar ve hatta devrilir. Hatta eğim çok düşük olsa bile geniş bir alan
akmaya başlar. Bu olay, su kütlesi yakınında durarak ve zemini tekrar tekrar
hafifçe vurarak canlandırılabilir. Siltli kum gibi ıslak zemin, yüzeyde daha fazla
sulanacak ve sulu bir kıvama gelecektir. Benzer olay, beton dökümü sırasında
beton titreştirilerek de yapılabilir.
Sıvılaşma 1964
depreminden sonra dikkatleri çekmiş olmakla birlikte, büyük depremlerde önemli
kayıplara neden olduğu tarihsel deprem kayıtlarından bilinmektedir.
Sıvılaşma Tipleri
1- Kum fışkırması
Kum volkanı
Kum krateri
2- Kum daykları veya
siller
3- Yanal yayılmalar
4- Kademeli yarıklar
Nehirlerin taşkın ovası
düzlüklerinde yer alan tarım arazileri ve ovalar alanlar sıvılaşmaya en uygun
bölgelerdir. Bu nedenle bu tür araziler kesinlikle imara açılmamalıdır. Çünkü
1998 Ceyhan Misis depreminde olan sıvılaşma olayları yerleşimin olmadığı tarım
arazilerinde gelişmiş ve deprem afete dönüşmemiştir. Buna karşılık, sıvılaşmaya
uygun arazi üzerinde kurulmuş Adapazarı kent merkezinde ise deprem afet olarak
karşımıza çıkmıştır.
Yanal yayılmalar,
bölgesel boyutta genellikle çok düşük yamaçlarda sıvılaşmış bir tabaka üzerinde
yamaç aşağı hareket eden dilimler şeklindeki kütle hareketleridir.